Muzaffer Ozak
Aşki
Mühür
isim
Anasayfa
Hayatı
Mürşidleri
Eserleri
Ses Arşivi
Fotoğraf Arşivi
Video Arşivi
 

Bu sayfada Efendi Hazretlerinin eserlerinden, sohbet ve vaazlarından tesbit edebildiğimiz bazı nasîhat ve tavsiyelerine yer vereceğiz. Bu sayfada daha çok bir-iki kelime ya da bir-iki cümle ile ifâde edilen nasîhatların geniş hâllerine ve îzâhlarına isterseniz bağlantıları kullanarak, dilerseniz aşağıdaki sayfayı ziyâret ederek erişebilirsiniz.

BLOG YAZILARI - NASÎHAT VE TENBİHLER

Hutbede...  

Câhiller helâk oldu, âlimler kurtuldu.
Âlimler helâk oldu, âmiller kurtuldu.
Âmiller helâk oldu, muhlisler kurtuldu.

İş okumakla bitmez, bilmek ve bulmak lâzımdır.

BİL-BUL-OL!
Bilmeden bulamazsın, bulmadan olamazsın!
Bilenler buldular, bulanlar oldular!

Oku! Okumakla kalma anla!
Anlamakla da kalma! Âmil ol, yap!
Yapmakla da kalma! İhlâs ile yap!

İhlâs ile yapacaksın yapdığını, hep ihlâs. Avâmil'den alalım. "Heleke'l-câhilûn ille'l-'âlimûn", câhiller helâk oldu, âlimler kurtuldular. "Heleke'l-'âlimûn ille'l-'âmilûn", âlimler helâk oldu, âmiller kurtuldular. "Heleke'l-'âmilûn ill'el-muhlisûn". Âmiller helâk oldu, muhlisler, ihlâs sâhibleri kurtuldu. Bak, gördün mü, yine iş ihlâsda. 

İlimden maksad Allah'ı bilmekdir, Allah'ı bilmezsen, bir kuru emekdir!

Allâh'ı bilen âlim, bilmeyen câhildir. Peki Allah'ı bilebilir misin acabâ? Allah bildirsin. Çünkü Allah, Allah'la bilinir. Kim Allah'la arayı iyi ederse, Allah ona kendisini bildirir. Yoksa sen Allah'ı kul kafasıyla bilemezsin!

Müslümanların başına en büyük belalar, okumamak ve Kur`ân'a sırt çevirmekden gelmişdir. Bilmeyen bulamaz, bulmayan olamaz. Bilmek lâzım, bulmak lâzım, olmak lâzımdır. Okumayanlar, Allah indinde en çirkin olan kişilerdir. Okumak lâzımdır. Mücerred okumak da kâfî gelmez, okuduğunla âmil olmak, okuduğunu yapmak ve yerine getirmek lazımdır. Bu da kâfî gelmez, bunu ihlâs ile yani Hakk için yapmalıdır.

Hıristiyanlıkda itiraz yokdur, neden diye sorulmaz. İslâm'da neden diye sorulur, illeti sorulur. Abdestin farzı dört denmiş, neden? İlleti nedir, soracaksın. Bunu söyleyen zât da bunu sana îzâh edecek. Çünkü âlimin vazîfesi, boynunun borcu. İslâm'da gizli kapaklı bir şey yok. Bizim dînimiz âlî dîn, Allah dîni. Soracaksın, öğreneceksin, yapacaksın. Bizde "Mukallidin îmânı bile sahîh değildir" diyenler vardır. Tahkîkli îmân ister bizde. Ama biz dînimizi aramıyoruz. Biz dînimizi öğrenemedik. Güzeli bilemedik biz, güzeli bulamadık. Yâhud yanlış bir yere sorduk. Doktor zannettiğimiz beyaz gömlekli bir adama sorduk hastalığımızı. Halbuki o, doktor değilmiş, o kıyâfete girmiş.

Okuduğunu mutlakâ yapmakla mükellefsin. Fakat iyi anla, iyi gör, iyi bil, bu da yani iyi görmek, iyi anlamak ittikâya bağlıdır. Allah'dan korkanlar, hikmetin başını kazanmışlardır. Kim ki muttakîdir, kalbinde Hakk korkusu vardır, Allah ona hidâyet eder. Allah'dan korkanlara Allah öğretir. Ama Allah korkusu da ilimle olur. İlmiyle âmil olmayanlar, hayvanın sırtında yüklü kitap gibidir, hayvanın sırtındaki kitabın hayvana ne faydası vardır? Hiç bir faydası yokdur. Allah'sız ilim de bunun gibidir. Bilmeli, bulmalı, olmalı.

Cenâb-ı Hakk amelsiz ilmi, Allah'sız ilmi, kitap yüklü eşeğe teşbîh ediyor, "meselüllezîne hummilü't-tevrâte sümme lem yahmilûhâ ke meseli'l-himâri yahmilü esfâra". Bu âyet-i kerîme tevratın ahkâmı ile âmil olmayan hahamlar hakkındadır ve umûma şumullüdür. İlmiyle âmil olmayanlar, ister hacı, ister hoca, ister şeyh, ister müteşeyyih, ne olursa olsun.

Akıl, elbette lâzımdır. Tekâlif-i ilâhiyye de akıl sâhiblerinedir ama akıl insânı maksûda götüremez. Akıl, insânı belli bir mertebeye kadar götürebilir. Akıl, ata benzer, at insânı denizin kenarına kadar götürür, orada durur, daha ileri götüremez. İşte akl-ı me'âş bu kadardır. Akl-ı me'âşdan öte, akl-ı me'âd vardır, akl-ı me'âddan sonra da aşk ve teslîmiyyet vardır. Kur`ân uğruna, Resûlullah uğruna aklını kurbân etmezsen, vuslat-ı ilâhîye nâil olamazsın. Vuslata erişmek için, aklı kurbân etmek lâzımdır.

Aklını Muhammed yoluna kurbân et. Resûlullah yoluna akıl kurbân olunmayınca insan Allah'a vuslat edemez. Akılla iş yok. Akıl, denizin kenarına kadar götürür insanı, daha ileri götürmez. Ata benzer o, binersin, sonra gemi lâzım. Sonra denize inmek lâzım, gemiden denize inemezsin. Şerîat gemidir, Nûh'un gemisi gibi, aşağı düşersen boğulursun. Hakîkate ineyim dersen gemiyi terketmek lâzımdır filan. Neyse, oraları hiç karıştırmayalım. Akıl, akl-ı meâş, denizin kenarına kadar seni götürecek, ata binmiş gibi olursun sen, ordan ileri gitmez, yürümez, orda kalır o. Onun için Cebrâil aleyhisselâm, "Yâ Resûlallah, benim makâmım burası, ben ileri gidemem, yanarım" dedi. Peygamberimiz gitdi. Aşka süvâr oldu Resûl-i Ekrem yani Refref'e. Aşka süvâr olup mi'rac etdi Peygamberimiz.

Allah'a iyi bağlan!

Allah'dan başka kalbinde ne varsa senin putundur o. Onları çıkaracaksın dışarıya. Kalbin yalnız Allah'a mahsûs olacak. Allah sevgisine, Allah muhabbetine, Allah aşkına, Allah şevkine, Allah korkusuna. Kalbini temizle! İçindeki Ka`be'yi temizle. Dünyânın Ka`be'si Mekke-i Mükerreme'de, senin vücûd âleminin Ka`be'si de, senin kalbindir ki Allah'ın mir'âtıdır. Kalbini tathîr etmezsen mir'âtdan nûr ve şevk alamazsın. 

Allah'ı beytullah-ı izâfî olan Ka`be'de değil, beytullah-ı hakîkî olan kalbinde ara!

Allah'ı göklerde arayan, gâfildir. "Ben göğe çıkdım ama Allah'ı göremedim" diyen kişi, şaşkındır. Nitekim Nemrud da Allah'ı gökde aramış ve gökyüzüne ok atmışdı. Gâfil, Allah'ı gökde arar, ârif ise O'nu gönlünde arar ve bulur. Zîrâ kalb, nazargâh-ı ilâhîdir. Semâvâta sığmayan Allah, mü'min kulunun kalbine tecellî eder.

Kalbini temizleyip Allah'ın nûru ile nûrlandır, Hazret-i Muhammed'in boyası ile boya! Kalbini muhabbet-i Muhammediyye ile tezyîn eyle ki kalbin ölmesin!

"Yevme lâ yenfe'u mâlün velâ benûn illâ men etallahe bi kalbin selîm". Hangi kalbde ki Muhammed Mustafâ'nın muhabbeti vardır, o kimse, kalb-i selîm sâhibidir, o kimseden başka kimse menfaatlanamaz yevm-i kıyâmetde, ne evlâdından, ne kasandan, ne kesenden, ne rütbenden. Belki kasan, kesen, evladın başının belâsı olacakdır yevm-i kıyâmetde, eğer hakkıyla onlara riâyet etmedinse. Eğer rütbeni hakkıyla kullanmadınsa, adl ile iş görmedinse, rüşvetle iş gördünse, rüşvet alıp rüşvet verdirdinse hâlin harâbdır. O, belâ oldu senin başına, o rütbe. Felâketin büyüğü! O paralar öyle oldu, zenginlikler filan. Bu kalbin içinde bulunan, Resûl-i Ekrem'in sevmediği, Allah'ın sevmediği, Resûl-i Ekrem'in istikrah etdiği sıfatları kalbden çıkaracaksın. Uğraşacaksın buna. Tecellî-i ilâhî olmaz. Resûl-i Ekrem'in muhabbeti lâyık olmaz kirli kalbe. O bir muhabbetdir ki evvelâ Allah O'nu sevmişdir. O muhabbeti kendi lâyık görürse sana verir o. Allah'ın sevgilisi. İşte öyle bir peygamber-i zîşânın ümmetisin sen. Kur`ân da O'na nâzil olmuş, Kadir de O'na nâzil olmuş.

Kalbinde Hakk'dan gayrı ne varsa çıkar kalbinden, at dışarıya. Hiç sana bir faydası olmaz. Yüz tâne diploman olsa, rütben en yüce rütbe olsa, kabrin dışında kalacakdır, seninle dost olmaycakdır, seninle kabre girmeyecekdir. Ancak güzel amellerin, güzel işlerin seninle berâber kabre girecekdir. Dostların da girmezler kabre, en sevdiklerin, âşık oldukların, seni sevenler de girmez. Hattâ seni sevenler, sana âşık olanlar, seni görmeden duramayanlar, öldüğün gün, senin bulunduğun odaya bile giremeyeceklerdir, korkarlar senden, senin odandan. Düşün! Kalbini tathîr et. Kalb temiz olmayınca Hakk oraya tecellî etmez.

Allah'ı sev!

Peygamberinizi sevin zîrâ Allah'a kurbiyyetin yegâne yolu Resulullah'a muhabbetdir.

İşin başı muhabbet-i Muhammediyyedir.

Aman Resûlullah'a çok muhabbet ediniz, çok muhabbet edin, îmânın kemâli ondadır.

Hazret-i Muhammed'i her şeyinden ziyâde seversen bu âlemde cennete dâhil olursun. Allah sana cenneti bu fânî âlemde de tattırır. Îmânın kemâli Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemi her şeyinden ziyâde sevmekledir.

Muhammed Mustafâ'ya çok muhabbet edin. İş ordadır. Sekiz cennetin kapısı ordadır. Sekiz cennetin miftâhı ordadır. Allah'ın cemâlini görmek isteyen ordadır. O kapıdan girersen görürsün. O'nu seversen Allah'ı seversin. Hazret-i Resûl-i Ekrem'e muhabbet, Allah'a muhabbetdir. Resûl-i Ekrem'e ihânet, Allah'a ihânetdir.

Peygamberimizi nasıl sevebiliriz?

Hazret-i Muhammed Mustafâ'nın elini tut.

O kapı açık. Tâ yerden semâya kadar açık. Herkese mi? Evet herkese açık. "Allah diyen gelsin" diyor. Ne mecûsî olması, ne yahudi olması, ne hıristiyan olması onun İslâm'a girmesine mâni. Herkesi çağırıyor, gel diyor dâimâ. Kur`ân genç ve dinç. Hazret-i Muhammed çağırıyor, "gel!". "ve sâri'û ilâ mağfiretin min rabbiküm, Rabbinin mağfiretine koş" diyor Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem. Çağırıyor, Allah'a çağırıyor. "münâdiyen yünâdî lil îmân", îmânı nidâ ediyor, îmâna çağırıyor.

Pasaportuna Muhammed Mustafâ'nın imzâsını koydur.

Resûlullah'a lâyık ümmet olmalıyız.

Peygamberine lâyık ümmet ol!

Bir sinek bile insanı, bir mikrop bile insanı Hakk'a götürebilir. "Et-turuku ilallahi bi enfâsi'l-halâik"dir. Her mahlûkâtın her nefesinin sayısınca Allah'a giden yol vardır ama en kestirme yol Resûl-i Ekrem'in getirdiği yoldur. Sultân-ı Enbiyâ Efendimizin getirdiği yol, Şerîat-ı Garrâ-i Ahmediyye o. Oradan girersen, o kapıdan yani Bâb-ı Muhammediyyet'den Allah'ı bulursun. Zâten diğer yolların hepsi kapanmışdır, gidilmez o yollardan, sakata çıkar yol. Gözün kör, yol bozuk, gidemezsin. "Kad câeküm basâriun min rabbiküm", Resûlullah'ı göz olarak kabûl edersen yani O'na tâbi olursan, o vakit necâta erersin. Ve illâ fe lâ.

Kalbini muhabbet-i Muhammediyye ile süsle.

Allah Resûlüne tazîm ve hürmet ister.

 

İnsanlık numûnesi Hazret-i Muhammed'dir, sallalahu aleyhi vesellem. O'na uyanlar ve O'na uyanlara uyanlar da insandır, tâ ilâ yevmi'l-haşrı ve'l-karâr. Çünkü kâmil, mükemmel insan Hazret-i Muhammed'dir. Esmâ O'na talîm edilmiş, zât O'na talîm edilmiş, mir`ât-ı Hakk olmuşdur. O'na bîat eden Allah'a bîat etmiş, O'nu seven Allah'ı sevmiş, O'na ihânet eden Allah'a ihânet etmişdir. Hattâ bir kimse, Allah muhâfaza buyursun, ağzından bir kötü söz çıksa Cenâb-ı Hakk'a karşı, tövbesi müsetcâb olur da, Resûl-i Ekrem'e çıkarsa tövbesi kabûl olmaz. Çünkü iffet-i ilâhî, nâmûs-i rabbânîdir. Yani nasıl ki senin şahsın vardır ve mukaddesâtını vardır, şahsına yapılan bir buğzu, bir adâveti affedebilirsin, affetmen lâzımdır, ama mukaddesâtına edilen fenâlığı affetmek, senin işin değildir o. Er kişi onu affetmez. Zâten edemez, mukaddesât bu! Allah'ın da mukaddesâtı Hazret-i Muhammed'dir.

Hazret-i Muhammed'e kim tutunursa, sallallahu aleyhi vesellem, o âlî olur. İzzet Allah'ın indinde ve Resûlullah'ın indindedir. Şu oturduğun yeri dahi ona borçlusun. "İstanbul feth olunacak" demiş, işâret etmiş, senin âbâ ü ecdâdın gelmiş burayı feth etmiş, sen oturuyorsun burada şimdi. Bu emri vermeseydi burayı feth edemezlerdi, olmazdı o iş. "ve le ni'me'l-emîr" demiş, "ne kadar güzel emîrdir orayı zabt eden" demiş. "Ne güzel askeri var, ne güzel askerdir" demiş, seni medh ü senâ eylemiş. Onun işâreti ile gelmişler buraya, bu hadîse mâ-sadak olalım, mazhar olalım diye gelmişler. O bu sözü söylemeseydi gelmezdi âbâ ü ecdâdın buraya. Gâyet metîn kaleleri vardı bunun. Dişleriyle tırmandılar kaleye. Bıçaklarını sokup çıkdılar, kaleye tırmandılar. Oku bak İstanbul târihini. Kaç yüz bin şehîdin var biliyor musun İstanbul surlarının hâricinde? Hepsi Hazret-i Muhammed'e koşdular. O çağırmışdı çünkü, "gelin" diye. Zâhirde fâtih, Muhammed Hân'dı, fakat bâtında ilk işâreti veren Mahbûb-i Kibriyâ rahmeten-lil-âlemîn Muhammed Mustafâ idi. 

Resûlullah'ın kadr u kıymetini bilelim.

Resûlullah'ın sünnetlerini yapabiliyor musun?

Resûlullah'ın ahlâkıyla ahlâklan.

Size Allah'ın rızâsına en yakın olan yolu gösteriyorum. Bütün yollar seddolunmuşdur ancak Bâb-ı Muhammediyyet yani Resûlullah'ın kapısı açıkdır. Allah'ın rızâsına, vuslatına en karîb yol da, Hazret-i Muhammed Mustafâ'yı vesîle tutarak, şefî' göstererek, O'nun çizdiği yoldan, O'nun sünnet-i ictimâiyyesi ve sünnet-i ferdiyyesine riâyet ederek o yoldan yürümekledir. Başka çâresi yokdur hiç! 

Resûl-i Ekrem, Allah'a îmân eden, Allah'ı seven, Allah yoluna her şeyini fedâ kılanlar için, mübeşşirdir, müjdecidir. Allah'a îmân eden ve Allah yoluna baş koyan ve Allahu Teâlâ Hazretlerine kulluk eden, hiç kimsenin kulluğu zâyi olmaz. İster şer, ister hayır herkes yapdığını mutlakâ önünde görecekdir ve bulacakdır. Mü'minler, mutîler, sâlihler, âbidler, sulehâ-yı ümmet, âşıkân, Resûl-i Ekrem bunları müjdelemişdir, müjdecidir. 

Allah Resûlullah'ın duâsını reddeder miydi? Elbet ki kabûl edecek. Onun için müjde sana mü'min! Senin ve benim hakkımda da Resûlullah'ın duâsı var, bize kardeşim demiş. Ashâbı demişler ki, "Yâ Resûlallah, biz senin kardeşin değil miyiz?". "Hayır, siz benim ashâbımsınız. Benden sonra gelip beni görmeden bana îmân edenler benim kardeşimdir, onlara selâm olsun" demiş. Ey mü'minler! İstiyorsanız Resûl-i Ekrem'le beraber olmak, kişi sevdiği ile beraberdir, Peygamber'i seviniz ve Resûlullah'ın sünnetlerine hürmet ediniz ve O'na ittibâ ediniz ki iki cihânda azîz olasınız.

Peygamber Efendimizin sülâlesinden gelenlere yani sâdât ve şürefâya son derece hürmetkâr olmak ve görünce ayağa kalkmak lâzımdır. Hem de yedi adım öteden kalkmak, yedi adım gidinceye kadar da ayakda durmak lâzımdır. Çünkü onlar Nûr-i Muhammedî'yi ve Cüz'-i Ahmedî'yi taşıyorlar. Maalesef zamânımızda seyyid kimdir, şerîf kimdir, âlim kimdir, ârif kimdir kimsenin bildiği yok. Bugün ancak kimin parası, kimin mevkisi varsa ona hürmet ediliyor. İsterse iffeti, nâmusu, haysiyeti olmasın. Tabii ilâhı para olanlar, ancak bu gibilere hürmet ederler. Bizim sözümüz yalnız Allah'a tapan ve Resûl'üne gönül verenleredir.

Âl-i Muhammed her şeyin fevkindedir, Evlâd-ı Muhammed her şeyin fevkinde. Sâdâtın makâmı, şürefânın makâmı ayrıdır. Vâkıa Cenâb-ı Hakk insanları kabîle kabîle, millet millet, ferd ferd ayırmışdır, içimizde en kerîmimiz Allah'dan korkandır ama sâdât başka. Peygamber'e olan hürmetinden, O'nun cüz'ü oldu mu bir kimsenin vücûdunda, cüz'-i Muhammediyye, ona hürmet edeceksin. Bir seyyid gelse, on adım mesâfeden ayağa kalkacaksın, on adım geçinceye kadar duracaksın, hürmeten. Eğer Muhammed aleyhisselâma muhabbetin varsa, âline muhabbetin varsa. Kim kimi severse onunla beraberdir, unutma. Hazret-i Peygamber'i seviyorsan O'nunla berabersin. Öyle buyurmuş kendisi çünkü,  "Beni seven benimle beraber". Kişi sevdiği ile haşr olur. Bitdi o kadar, fazla konuşma. Sarhoşları, ayyaşları mı seviyorsun, onlarla mı dostsun Allah Resûlü'nü seven sâlihleri mi seviyorsun, Peygamber'i mi seviyorsun? Soruyorum. "Ben Allah Resûlü'nü severim, O'nu sevenleri severim" dedin mi, müjde sana. Müjdeni verdim, O'nunla beraber haşr olacaksın.

Allah'ın seni dâimâ gördüğünü hiç unutma!

Zinhar Allah'ı unutma! Zîrâ Allah'ı unutmak en büyük felâketdir. Ölümü de unutma! Şu kılmış olduğun namazı son cuma olarak hatırına getir. Bu cuma gününü de son günüm diye hatırına getir, unutma bunu. Çünkü Hazret-i Melekü'l-mevtin hangimize el atacağı ma'lûm değildir. Akşam sıhhatli olan sabah hasta, sabah azîz olan akşam zelîl olur. Akşamdan zengin olan sabahleyin fakîr, sabah fakîr olan akşam zengin olur. Sabah hasta olan akşama ifâkat bulur, akşam sıhhatli olan sabahleyin rahatsız olur. Her şey Allah'ın kudretindedir, Allah'dan ayrılma! Dâimâ Allah de ki mahrûm olmayasın. Bu lafza-i celâli hem dilinle söyle hem gönlünle söyle. Hiç bir zaman O'nun ismini dilinden, sevgisini gönlünden dışarı çıkarma.

Kim ki gününü Allah'sız geçiriyor, yazıklar olsun ona! Vah vah vah vah vah! Nefesini Allah'sız olarak sarfediyor, yazıklar olsun! O kişiye müjdeler olsun ki, her nefesde Allah'ı zikrediyor, Allah'ı unutmuyor. Allah'ı zikretmek, unutmakdan gelmez. Bazısı Allah'ı zikreder, unutanlara hatırlatır. Bazısı sevdiğini çok zikreder. Sen sevdiğinden çok zikret. Unutmak iyi değil. Unutanlar nefslerini unutdular. Nefsini unutan, Hakk'ı unutdu. Nefsini bilmeyen Allah'ı bilmez.

Zikrullaha devam! Allah'ı unutmayacaksın! Allah'ı unutan dil, Allah'ı unutan gönül, orası harâbdır. Allah'ı unutmayan dil, Allah'ı unutmayan gönül, orası ma'mûrdur. Her ne kadar zâhirde harâb da görünse aslında ma'mûrdur. Allah'ı unutan dil, Allah'ı unutan gönül, her ne kadar zâhirde ma'mûr ise de aslında harâbdır. Allah'ı unutmayan dil, Allah'ı seven gönül, zâhirde her ne kadar harâbsa, aslında ma'mûrdur. Allah'ı ve Peygamber'i unutdu mu, zâhiri ne kadar ma'mûr olsa, bâtını harâbdır. Bunu unutma sakın ha! Kafandan çıkarma!

En büyük felâket de Allah'ı zikretmemek, Allah'ı unutmakdır. İki şeyi unutanlar, her şeyi unutmuş demekdir. Birisi Allah'ı unutmak, biri ölümlerini unutanlar. Bu iki şeyi unutmayacağız, hiç bir zaman. Zâten mü'minler, ne ölümlerini ne de Hakk'ı unuturlar. Zâten mü'minler ölmezler, mü'minler olurlar. Kâfirler ölür, mü'minler olur, kemâle erer ve Hakk katına, Hakk meclisine varırlar.

Lisânını gıybet etmekden, adam kalbi kırmakdan, adam kalbi kırmakdan tathîr eyle ve zikrullah ile yıka ve zikrullah ile süsle. Yani gecede ve gündüzde, "ve sebbîhûhu bükraten ve asîlâ", akşam sabah Hakk'ı zikreyle. Zikirden murâd, yalnız Allah Allah, Lâilâheillallah demek değildir. Bunlar elfâz ile zikrullahdır. Zikirden murâd, Hakk'ı hiç bir zaman unutmamakdır. Sakın unutma Allah'ı! Allah seninle berâberdir. Seni görücü ve bilicidir. Zikir hatırlamakdır. Elfâz ile söylemek, elbet ki islâmını izhârdır, muhabbetini âşikâr kılmakdır, ama mücerred lisân ile söyleyip kalbi gafletde olanlar helâk olmuşlardır. Ağzından çıkan Allah kelimesinin Tevhîd kelimesinin sâhibinin Allah olduğunu bil, Hakk'ı hiç bir zaman unutma. Nerede olursan ol, kim olursan ol, neci olursan ol, bil ki Hakk seni bir gün hesâba çekecekdir. Bunu hatırla! 

İbâdet ve tâatına güvenme! Bin sene yaşasan dünyâda, verilen bütün emlâki Hakk yoluna infâk etsen, gündüz oruçlu, gece kâim olsan, bir kere semâya bakıp da gözünle güneşi gördüğünün hakkını Allah'a ödemiş olmazsın. O cennât-ı âliyât fazl u kerem-i ilâhî iledir.

Allah'ın bizim ibâdetimize ihtiyâcı yok!

Allah'a cennet için değil O'na kul olduğun için ibâdet et!

Allah bana kulum demezse hâlim nice olur diye kork!

İbâdetini istikâmet, gayret, hizmet ve adâletle birleştir.

Allah'a kulluğu canına minnet bil.

Allah'ın seni niçin yarattığını bil de vazîfelerini sakın ihmâl etme!

Her işini her ibâdetini ihlâs ile yap!

"Akîmû", emrinin ma'nâsı, tadîl ve erkâna riâyet ederek, hudû' ve huşû' ile, huzûrullaha vardığını anlayarak namaz kılmakdır. Cesedin kıbleye karşı, kalbin başka tarafa karşı olmasın, iki kıbleli olursun sonra. İki kıbleli, çifte kıbleli, cesedin kıbleye karşı, kalbin başka tarafa karşı. Senin cesedin kıbleye karşı olsun da, rûhun beytü'l-ma'mûra, sidretü'l-müntehâya, arşa, kürsîye, Allah'a karşı olsun. Çünkü abdiyyet ile ma'bûdiyyetin birleşdiği yerdir namaz.

Gönlünü Muhammed aşkıyla süsle. Doğru ol, dürüst ol. Doğru, dürüst olmazsan seni bir gün doğrultacaklar. Teneşirde doğrulacaksın. Yapdığını mutlakâ bulacaksın, ister iyilik, ister kemlik. Burası geçici bir yerdir, köprü gibidir. Yani Yeni Câmi'den Galata'ya geçiyorsun ama altmış senede yetmiş senede geçiyorsun. Yâhud bir ağaç gölgesidir. Hiç bir şeye dayanma, hepsi yıkılıcıdır. Allah'a dayan, Allah'a güven, Allah'a sığın, Hazret-i Muhammed'e sarıl. Kur`ân'ı sıkı tut, kağıdına, ipine değil, ona hürmet et, ahkâmına, Allah'ın emirlerine. Allah seni insanlığa çağırıyor. Allah seni katına çağırıyor. Allah sana şekl-i insân vermiş, bâtınının da insan olmasını istiyor. Seni Kur`ân'a muhâtab tutmuş, zâtına muhâtab tutmuş, Muhammedine ümmet etmiş, bu nimeti bil. İster maddî, ister manevî, ele geçen nimetlerin kadr u kıymeti bilinmezse, Allah o nimeti insanın elinden alır. En büyük nimetullah islâmdır, îmândır, Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Kıymetini bilmezsen elinden gider.

Kur`ân'ı mutlakâ oku. Okumakla kalma, ma'nâ-yı Kur`âniyyeyi anla. Anlamakla kalma, âmil ol. Amel etmekle kalma, ihlâs ile yap. Allah muhlislerle, muhsinlerle, müttakîlerle berâberdir. Allah katında, en yüce insan, ihlâs sâhibi kişidir. Yani Allah için iş yapandır, Allah rızâsı için iş yapandır.

Sevdiğin bir adam sana bir mektûb yazsa, o mektûbu başka bir lisân ile yazsa, sevdiğin bir kimse, o mektûb da nısfü'l-leylde gelse, geceyarısı kalkar o mektûbu tercüme etdirmek için kapı kapı dolaşır ricâ edersin, değil mi? Hakkın da var, çünkü o zâtı seviyorsun. Allah'ı, Peygamber'i sevenler de, O'nun kitâbını tercüme etdirirler, sûrelerini filan ezberleyiverirler. "Ne olacak" demezler, bırakmazlar.

Kur`ân-ı Kerîm'i mutlakâ ta'lîm et. Ta'lîm etmekle kalma, ehlini bul, o ahkâm-ı ilâhiyyenin esrârını, onda olan ma'nâyı ve murâd-ı ilâhîyi anla, Resûlullah'ın yoluna başını koy. Kim ki Hazret-i Muhammed'in yoluna baş koydu, o, iki cihân se'âdetine erdi, bu âlemden cennete girdi, bu âlemden dîdâr-ı ilâhîyi gördü.

Kur`ân-ı Kerîm okumasını biliyor musun? Soruyorum, hitâb ediyorum. Bir çoğumuz bilmiyoruz. Çok ayıp ve çok çirkin. Neden? Biz Allah'a inandıysak, Hazret-i Muhammed'e gönül verdiysek, muhakkak bunu bilmemiz ve okumamız lâzımdır. İnsan sevgilisinin yâhud gurbetde bulunan evlâdının yâhud sevdiği bir zâtın mektûbu gece gelse, okuyabilirsen okursun, okumak bilmiyorsan, okutmak için kapı kapı dolaşırsın. Hele kendi lisânından başka bir lisânla mektûb yazıldıysa, o lisâna vâkıf olan kimseyi bulur, mektûbdaki münderecâtı anlarsın, değil mi? Bu Kur`ân-ı Kerîm'i okumayınca, bu Kur`ân-ı Kerîm'in içindeki bulunan âyât u beyyinâtı anlamayınca ve bununla âmil olmayınca bizim felâhımız gayr-i kâbildir. Bilmiyorsan bilene mürâcaat edeceksin ve Kur`ân-ı Kerîm'i okuyacaksın. "Efendim, benim yaşım geçdi". İslâm'da ilim husûsâtında yaşım geçdi yok. Senin önderin olan Allah'ın mahbûbu Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellem, Resûl-i Ekrem, Resûl-i Efham, rahmeten-lil-âlemîn Hazretleri, "utlubü'l-ilme mine'l-mehdi ile'l-lahdi" buyurmuşdur. Ma'nâsı şu, "Siz beşikden mezara kadar ilmi tahsîl ediniz". Onun için vaktim geçdi yok. Mutlakâ okuyacaksın, çalışacaksın. Mutlakâ okuyacaksın.

Kur`ân, Allah'ın kitâbıdır, Allah'ın sözüdür. Okumasını bilmeyen bir adam, öğrenmelidir. Bizde yani müslümanlıkda ilim, yaşla seneyle değildir. İki cihân serveri, rahmeten-lilâlemîn, şöyle fermân buyurmuş, "utlübü'l-ilme mine'l-mehdi ile'l-lahdi" yani "beşikden mezara kadar ilim tahsîl edeceksiniz" diyor Peygamber, "ilme tâlib olun" diyor. Gene diğer bir hadîs-i şerîflerinde, "utlübü'l-ilme velev kâne fi's-sîn farîzatün 'alâ külli müslimin ve müslimetin, ilim Çin'de dahi olsa, kadına ve erkeğe farzdır" diyor. Kur`ân-ı Mübin'i öğrenmeye çalış. Ama mücerred zâhir kısmında kalma, meyvasını ye. Meyvasını yemeye çalış, meyvasını ye. Bir zahrı vardır, yedi batnı vardır. Bir rivâyete göre, yetmiş batnı vardır yani bâtın ma'nâsı vardır. Bir zâhir ma'nâsı vardır, yedi ve yetmiş bâtın ma'nâsı vardır. Öğren.

Kur`ân gözlüğünü gözüne koymayan adam, hüsrândadır yani karanlıkdadır, dalâletdedir. İlle Kur`ân'a iyi sarılacaksın. Kur`ân'ın kağıdına, yaprağına sarıldığın gibi değil. Okuduğun elfâz-ı Kur`âniyyenin ma'nâsını anlayıp hayâtını ona tatbîk edeceksin. Yasaklarına riâyet, emirlerine devâm ve seve seve yapacaksın. Yasaklarından da Allah'dan korkarak kaçınacaksın. Çünkü Allah'dan korkanlar, müttakîler, insanların en kerîmidir, en yücesidir, en yükseğidir. Müttakîlerin, Allah'dan korkanların imâmı, Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır.

Müslümanlığın en ince noktası, yapılan ibâdetlerin karşılıksız yapılmasıdır. Kulluğu ücretli değil, ücretsiz yapacaksın. İbâdetleri, kul olduğun için yapacaksın zîrâ Allah'a kul olmak şerefi sana yeter. Çünkü Hakk'a kul olan kişi iki cihâna sultân olur. Eğer karşılık bekleyerek ibâdet edersen kulluğun kıymeti kalmaz, ücretli bir işçi gibi olursun, ücretini vermezlerse isyân edersin. İstediğini vermedi diye Allah'a karşı grev yapmaya kalkarsın.

Dünyâ ve âhiret için en yüce makâm ve mertebe, Allah'a kullukdur ammâ bir çok insan vardır ki, Allah'a kulum diye nefsine ibâdet etmekdedir. Meselâ cennet için ibadet eyleyen kimse, cennete tamahen, ya cehennemden korkarak Allah'a ibâdet eden kişi, nefsine ibâdet etmiş olur. Mü'minlere düşen vazîfe abdiyyetde, kullukda dâim olması, Allah'a teslîm olmasıdır yani Allah rızâsıdır. Ve her ibâdet ve tâatımızda, "ilâhî ente maksûdî ve rızâke matlûbî" olmalıdır. Ma'nâ-yı şerîfi, "Yâ Rabbi, benim maksûdum ancak sensin, talebim de senin rızândır". Buna ermek için de bir adamın evvelâ kendisi Allah'dan râzı olması lâzım gelir. Bulunduğu mevkiye ve islâmına ve îmânına râzı olmazsa, Hakk rızâsını istemesi hatâdır. Evvelki kendisi Allah'dan râzı olacak.

Sen sakın ha cennet için Allah'a ibâdet etme. Cennet için Allah'a ibâdet eden kimse, nefsine ibâdet etmiş olur. Cehennem korkusuyla Allah'a ibâdet eden gene nefsine ibâdet etmiş olur. Sen Allah'a Allah'ımız olduğu için Hâlık'ımız olduğu için ibâdet eyle.

İbâdet ve tâatına güvenme! Bin sene yaşasan dünyâda, verilen bütün emlâki Hakk yoluna infâk etsen, gündüz oruçlu, gece kâim olsan, bir kere semâya bakıp da gözünle güneşi gördüğünün hakkını Allah'a ödemiş olmazsın. O cennât-ı âliyât fazl u kerem-i ilâhî iledir.

Besmele'siz oturup kalkma. Her meşrû işinde besmele çek. "Bismillahirrahmânirrahîm"de on dokuz harf vardır. Cehenneme müvekkel olan melâike de, on dokuz tânedir. Yani küffâr-ı hâkisâr üzerine musallat olacak cehennem melekleri, on dokuz tânedir. Gene Kur`ân-ı Kerîm'den, "'aleyhâ tis'ate 'aşer", on dokuz melek vardır. Bunlar o kadar büyük ve kuvvetlidir ki, bir pençeleriyle milyonlarca insanı nâra atmak kudretine mâlikdirler. Allah on dokuz milyon da halk edebilirdi. Lüzum yok o kadar.  Besmele, on dokuz harfdir, kim ki meşrû işlerinde, yani meşrû demek, gençlerimiz var anlamıyorlar, Allah indinde müsâade edilmiş işler, mubâh olan işler, günâhı yok, bu işlerde besmele çeken kimse bu on dokuz azâb melâikesinin elinden kurtulur, halâs olur. Çünkü besmele, on dokuz harfdir.

Bir şeyin başında Allah esmâsı olmazsa, o şeyin sonu ebter olur. Bütün meşrû işlerinde Allah'ın ismini an. Ama Allah'ın ismi dilinde, muhabbeti gönlünde olacak. Mücerred ismi dilinde olur da, muhabbeti kalbinde olmazsa münâfık olursun. Allah dediğin vakit, vücûdunun her zerresi, her tüyü diken diken olacak.

Meşrû olan işlerde yani şerîatın müsâade etdiği şeylerde bismillah çekilir, Allah'ın esmâsı, ismullah çekilir. Allah'ın müsâadesi olmayan şeylerde besmele çekilmez. Öyle yapanlar dînle istihzâ etmiş olur, dînin hâricinde kalır.

Dînine sâhip ol ki iki cihânda azîz olasın.

Fenâlığı terk et!

Allah'a koş!

Allah'a koşunuz! Resûlullah'a koşunuz! Allah'ın rahmet kapıları açıkdır. Allah, kimseyi kapısından boş çevirmez. Denizlerin katresi kadar, semâların zerresi kadar, kumların dânesi kadar günahın olsa, Allah dediğin vakit, Hakk affedicidir, Afüvv'dür, Kerîm'dir, Rahîm'dir, Rahmân'dır Allah, Settâr'dır Allah, Gaffâr'dır Allah. Allah'ın rahmetinden ümîdini kesme. Çünkü Allah diyen, mahrûm olmadı. O'na dönen, O'nun kapısından hâib ü hâsir dönmedi.

Sakın ibâdetden dönmeyiniz. Şeytanlara kanmayınız. İnsan şeytanlarına da, cin şeytanlarına da aldanmayınız. Nefse kul, kurbân olmayınız. Allah'a koşunuz. Allah yolunda bulununuz. Allah Resûlünün çizdiği yoldan yürüyünüz. Hudûdu aşmayınız. Tezkiye-i nefs ve tathîr-i kulûb ediniz. Kalblerinizi tasfiye ediniz. Nefisleriniz tezkiye ediniz. Kullara şefkat ve merhametle muamele, Allah'a muhabbetle ibâdet ediniz. Sakın ibâdetden geri dönmeyiniz.

İnsan için en büyük şeref, Allah'a kullukdur. Nefsine kul olan, şehvetine esîr olan, rezîl ve sefîl olur. Allah'a kul olan, iki cihâna sultân olur. İşitmedin mi? Duymadın mı? Züleyhâ, bir sultân âilesi iken, nefsine uyduğu için zelîl oldu, Hazret-i Yûsuf ise bir köle iken, Allah'a kul olduğu için âlî ve sultân oldu.

İbâdetlerinizi sakın ihmâl etmeyiniz. Bugün, yarın deme! Dünyâ seni aldatıverir, ansızın cansız at kapıya geliverir. O güzelliğin solar, kuvvetin geçer, sağlam sinirlerin gevşeyiverir, hiç haberin bile olmaz.

Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a kulluk et, abdiyyetde bulun! Ateşe tahammül edeceğin kadar günâh işle!

Söylüyorum, kulağını benden yana ver! Sonra bunları bulamayacaksın, yakın bir zamanda, ezanlar okunacak sen bulunmayacaksın. Belki ezanları duyacaksın, namaza kâdir olamayacaksın artık, geçmişdir iş. Çok pişmân olacaksın, çok üzüleceksin, "Yâ Rabbi dünyâya beni tekrar getir, sana ibâdet edeyim" diyeceksin ama iş işden geçmişdir artık, bitmişdir iş. Onun için fırsat eldeyken, kemer beldeyken, tevhîd dildeyken, Allah'a rükû' ve sücûd eyle, zarar etmeyeceksin. Allah de, mahrûm olmayacaksın.

Bugünden itibaren, hemen bugünden itibaren namaza başla. Bugün Cuma namazı, bu Cuma namazı cehâletimizin son Cuması olsun, İkindi namazına hemen cemaate koşacağız. Bak ben mahrûm oldum, pişmânım şimdi. Vaktiyle ayağım yürürken cemaate gitmediğime. Gidemiyorum cemaate, yürümüyor ayaklarım. Buraya rızâ-yı Bârî için geliyorum, vallahi hâlim yok. Bak vallahi diyorum makâm-ı Muhammediyyetde. Yani zikrullah için filan gitdiğim yerlere de Allah rızâsı için gidiyorum yani zorla. Nefes nefese yani. Onun için elde fırsat varken hemen, hemen Allah yoluna başınızı koyunuz kardeşlerim. Elde fırsat varken. Elin ayağın tutarken câmiye git, namazını kıl, orucunu tut, zekâtını ver, haccını et. Hemen, hemen! Tacîl eyle. Bak geçen hafta okuduk hadîs-i şerîfi, "accilû bi's-salâti kable'l-fevt ve accilû bi't-tevbeti kable'l-mevt". Nasıl ki namazın vakti çabuk geçiyorsa, ömür de öyle çabuk geçmekdedir. Hemen Allahu Teâlâ Hazretlerinin yoluna baş koy. Günahlara tövbe, ibâdet ve tâata başla.

Aman kardeşler namaz çok mühim! Sakın hâ, bazı insanlara aldanmayınız, onlar Şeytan'a aldanmış kimselerdir. "Efendim, namazda ne varmış, senin kalbin dürüst olsun, bilmem ne olsun" filan. Sakın hâ, böyle bir şey deme. Hem kalbin temiz olacak, dürüst olacak, hem namâzını kılacaksın. Bir adamın kalbi dürüst olsa, temiz olsa, namaz kılmasa, nâkısdır o adam. Bir adam namaz kılsa, kalbi temiz olmasa, o da nâkısdır. Sen öyle yapma. Hem bedenini temiz tut, hem kalbini temiz tut. Hem namâzını kıl, hem kalbini temizle, temiz olsun. Sakın kendi kendini kandırma böyle. Mâdem ki Cenâb-ı Hakk'ın kullarıyız, Allah bizi kendisine ibâdet etmek için, kendisini bilmemiz için halk etdi. Bizim vazîfemiz Rabbü'l-âlemîn'e ibâdet ve tâatdır. Ve bu kadar emirler ve nehiyler de, birbirimizin hak ve hukûkuna riâyet içindir.

Namaz kılmaz, "Niye kılmıyorsun?", "Benim kalbim temiz, sen kılanlara bakma". Yâhu de ki, "Kılamıyorum, Allah beni affetsin", "Yâ Rabbi sen namazı bana kıldır, sevdir, tattır". "Niye kılmıyorsun?", "Kalbim temiz, sen kılanlara bakma, onlar şöyle yapıyorlar, onlar böyle yapıyorlar" diyerek bir de mü'min kardeşleri hakkında sû-i zan ederek bir takım şeyler söylüyor. Öyle söyleyeceğimize, daha güzeli böyle, "Yâ Rabbi, kılamıyorum, yapamıyorum, bana namazı sevdir, bana namazı kıldır, tevfîkini refîk et" diye söylesene. "Kılanlara ne müjde. Kılanlar ne güzel kılıyor, ben yapamıyorum, niçin yapamıyorum, Yâ Rabbi ben kötü bir kul muyum ki beni huzûruna almıyorsun" de ve Allahu Teâlâ Hazretlerine yalvar, ağla, iste. 

Bir tânesi de var beyinsiz, "Efendi, inşallah ben bir tekâüd olayım, câmiden  çıkmayacağım. Çünkü karı beni evden dışarı kovacak, câmiye gireceğim. Zâten câmiden para da almıyorlar". Peki o da güzel bir şey ama Allah, yarın yevm-i kıyâmetde, "Bana bak kulum! Kullar sana, bize kulluğa yaramazsın deyip tekâüd etdikden sonra mı bana kul oldun?" derse ne cevâb vereceksin? "Kullar diyorlar ki sana, sen kulluğa yaramazsın artık, seni tekâüd etdik, ondan sonra mı bana kul oldun?" derse ne cevâb verirsin? Soruyorum.

Câmi bedâva, namaz bedâva, su bedâva, abdest bedâva, imam bedâva, müezzin bedâva, hâfız bedâva. Ecdâdımız bu câmileri yapdırmışlar, yapdırmakla kalmamışlar, her türlü masrafları için bir çok vakıflar bağlamışlar. Bununla da kalmamışlar, eğer bir gün câmi harâb olur veya yıkılırsa, tekrar yapılsın diye ayrıca para tahsîs etmişler. Neden? Sırf ibâdullah namaz kılabilsin, ibâdet edebilsin diye. Kardeşim senin hiç insâfın, hiç iz'ânın yok mu? Bak sana bir şey söyleyeyim, bununla kıyâs eyle. Câmilerin kapısına bir gişe koysalar ve rekat başına cemaatden belli bir para alsalar, ben de sizi câmiye, namaza davet etsem, aklına şöyle gelebilir : "Herhalde hoca efendinin işi tıkırında değil, rekat başına bizden alacağı parayla yevmiyeyi doğrultacak". Böyle düşünebilirsin ben de sana hak veririm. Halbuki biz sizleri câmiye, namaza davet ederken sizden para da beklemiyoruz, ecir de beklemiyoruz, ecri ancak Allah'dan bekliyoruz. "ve mâ es'elüküm 'aleyhi min ecr, in ecriye illâ 'alâ rabbi'l-'âlemîn". Biraz insâf et yâhu!

Bizi dinleyen kardeşler! Hakk rızâsını arayan kardeşler! Namazı terketmeyin sakın hâ! Sakın hâ! Sakın hâ! O namaz, abdiyyet ile ma'bûdiyyetin birleşmesidir. Kul, Hakk'la birleşir namazda. "fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ" sırrı zâhir olur. O iki rekat namâzın ne olduğunu, yakın zamanda bileceksin. Pek yakın zamanda! Yani mal mülk bırakılıp, masa, kasa, rütbe bırakılıp da gidiyoruz da bir yere. Bizi götürüyorlar dostlarımız, bir çukur açıyorlar, oraya bizi koyuyorlar, üstümüzü örtüyorlar ve örtmeyi de sevâb biliyorlar hattâ, toprak atıyorlar üzerimize. İşte orada anlayacaksın iki rekat namazın ne olduğunu.

"Efendi, ben secde edemiyorum", îmâ ile kılarsın. "Su yaramıyormuş, doktor böyle söyledi", teyemmüm edersin. "İdrârımı hiç tutamıyorum, şıp şıp damlıyor", öyle kılacaksın. Kurtuluş yok! Hem de bunu şeref bil. Yani bunu bir angarya bilme, namazı, orucu, zekâtı filan. "Eyvâh! Allahım bana namazı farzetmese, benim hâlim nice olurdu?" de. "Allah, abdesti farz etmeseydi benim hâlim nice olurdu?" de. Pis gezerdik yâhû! Emir olduğu hâlde gene pis geziyoruz da, hele hiç emir olmasa, başda biz pis gezeceğiz yani.

Allah'a ibâdetde noksanlık yapmayacağız. Efendiler! Son pişmanlık para etmez, fâide vermez. Hemen Rabbini bil, bul. Gençliğine güvenme, rütbene dayanma, servetine güvenme. Güzelliğin bir anda mahvolur, bir çıban çıkar yüzünde, sabaha kadar her tarafın berbât olur. Malına mülküne güvenirsen, bir kıvılcım gelir, ateş alır götürür. Aklına güvenirsen, aklına hiffet gelebilir, ertesi gün seni tımarhâneye götürürler, Allah muhâfaza buyursun seni ve beni. Mâdem ki Hakk'a muhtâcız, Allah'a muhtâc olduğumuz kadar Rabbü'l-âlemîn'e ibâdet edelim. "Ben bugün tövbe ederim, yarın ibâdete başlarım" diyenler zarar etdiler. Bunlar, zarar etdiler.

Gene namaz hakkında konuşacağım, bir tâne daha söyleyeceğim. "Es-salâtü imâdü'd-dîn, dînin direği", "Kılan dînini yapdı, terkeden dînini yıkdı diyor Peygamber, dînini. İki. "Es-salât kurratü aynî, namaz benim gözümün nûrudur" diyor Peygamberimiz, o sevgili Peygamberimiz. O kadar çok namaz kılıyordu ki sallallahu aleyhi vesellem, ezvâc-ı tâhirât, "Yâ Resûlallah, senin günahın yok, sen masûmsun", mübârek ayakları şişmişdi, namaz kılmakdan. Okuyun Tâ-Hâ Sûresinin tefsîrini. Allah diyor ki, "Habîbim Muhammed sana meşakkat için indirmedim Kur`ân'ı" diyor. Resûl-i Ekrem ne diyor biliyor musun ezvâc-ı tâhirâta, "Yâ Resûlallah, sen masûmsun, bu nedir, bu kadar ibâdetin?". "Rabbime şükretmiş olmayayım mı?" diyor ve sevâbını bize bağışlıyor. "Ümmetim ümmetim" diyor hep. "Ümmetî ümmetî ümmetî".

İbâdetlerinize dikkat ediniz. İbâdetleri Allah'a seve seve yapınız. Kazâ namazlarınızı kılınız. Hazırlık yapınız. Bir yolcu yola gider gibi hazır olunuz. Hani bir kimse yola gidecek, mutlakâ gidecek ama, gideceği vakit malum değil, onun gibi olunuz. Çünkü "haydi" deyiverirler. Eşyânı topla, hazırlan. Yani vasiyetini yaz ki senden sonrakiler arkandan dalâletde kalmasınlar.

İbâdet ve tâ'atine sâhib ol. Diline, beline, ırzına sâhib ol. Îmânına sâhib ol. Yaptığın işlerle Resûlullah'ı gücendirme, Allah sana darılmasın!

Uyanalım müslümanlar! Yapdığımız ibâdet ve tâ'atla Allah'a bir fayda etmiş olmayız. Her yapan kendine yapar. İbâdet mi etdin, senin içindir o, senin şerefindir. Kabâhat mi yapdın, senin rezâletindir. Hakk bunların her ikisinden de müstağnîdir. Rabbine ibâdet edenler muhakkak sûretde azîz oldular. Nefislerine ibâdet edenler, mahcûb oldular. Resûlullah'a muhabbet edenler, Allah'a muhabbet etmiş oldu. Resûlullah'a ve âline ihânet edenler, Allah'a ihânet etmiş oldu. 

Allah cümlemize ibâdetin ne demek olduğunu bildirsin ve ibâdetin lezzetini duyursun, abdiyyetin yüceliğini bize tattırsın ki O'nun yolundan ve kendi kapısından bizi mahrûm etmesin, ölünceye kadar Rabbimize ibâdet ve ta'ât, ondan sonra da Hakk'ın katında sultân olalım.

Sen bakma bir takım şeytanlar zâhir olmuşlar, şeyh kıyâfetinde, hacı kıyâfetinde, hoca kıyâfetinde, öğretmen kıyâfetinde, "Namazda ne varmış öyle namazda, namazda ne varmış, kalbin temiz olsun, kıçın semiz olsun". Göreceğiz onları biz orda, göreceğiz. "Vâkıa ben oruç tutmam, namaz kılmam ama kalbim temiz, kimseye bir fenâlığım yokdur". Bizim kedi senden daha iyi, hayırlı. Niye? Fare tutuyor. Sen fare de yakalamıyorsun. Kendi kendine senin iyiliğin ve rivâyetin senin. Bizim Cüneyd, "Baba" dedi, "koca Ramazan geçdi" dedi, "bizim Boncuk oruç tutmadı" dedi. "Evlâdım" dedim, "o hayvandır, hayvan oruç tutar mı! Oruç insanlara mahsûsdur, insanlar tutar orucu. Hayvan oruç tutmaz". Bu bizim Boncuk, tutmuyor, kedi. Hayvan oruç tutar mı! Tutmaz tabii. 

Gideceksin, yolcusun sen hâlâ havada dolaşıyorsun, oyun peşinde geziyorsun. Nefsine tâbi olmuşsun, nefsinin mahkûmu olmuşsun. Nefsinin arzularını, Şeytan'ın isteklerini yapıyorsun. Allah'a âsî olanların peşine düşmüşsün. Dünyâ menfaati için. Beş kuruş için, kırk para için. Hiç sana bir menfaati olmayacak. Belki onun manevî yükünü sırtına yükleneceksin. İşte "eyne tezhebûn" diyenler bunlar. Bilmemişler, bulmamışlar, olmamışlar, niye geldiklerinin farkında değiller, yesinler, içsinler, yatsınlar. Ayol bunun için oldukdan sonra, hayvanlar da aynı şey için gelmişdir kâinâta, hayvandan farkı kalmaz insanın. Hani maneviyyât? Hani Allah sevgisi? Hani Resûlullah sallallahu teâlâ aleyhi veselleme muhabbet? Ondaki incelik, ondaki refah, ondaki saâdet, ondaki necât nerede sende? Hani nişânen? Hani üzerinde Muhammed nişânesi? Göster bana bir tânesini. Hani? Âsâr-ı muhabbetin nedir Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme? Namaz kılmıyorsun, "Niçin kılmıyorsun?" diye soruyorum sana. "Kalbim temiz" diyorsun. Resûller Resûlü, ayakları şişmiş namaz kılarken. Sûre-i Tâhâ'nın tefsîrine bakın. "Biz sana Kur`ân'ı meşakkat için indirmedik yâ Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem. "Rabbime ben şükretmeyeyim mi?" diyor. "Yâ Rabbi sana ben şükretmeyeyim mi? Doyamıyorum sana şükretmeye" diyor.

Allah'a secde etmeyen kula secde eder. Bunu kafandan çıkarma sakın! Allah'a itâat etmeyen kula itâat eder. Allah'a secde etmeyen kula secde eder. Konuşduklarımı düşünürsen altında çok ma'nâlar bulacaksın.

Hazret-i İlyâs aleyhisselâm ölürken ağlıyor. Melekü'l-mevt soruyor kendisine diyor ki, "Yâ İlyâs, sen bir nebiy-yi zîşânsın, ölümden mi korkarsın?". Biliyor neden ağladığını ama, bize duyurmak için konuşuyor. Diyor ki, "Rabbime ibâdete doyamadım, Rabbime kulluğa doyamadım ben, onun için ağlıyorum" diyor. 

Ne büyük nimet! Ne büyük saâdet! Ne büyük devlet! Vücûdda rûh, Rabb'e kulluk ediyorsun. Hakk'a karşı alnını secdeye koyuyorsun. Abdiyyetle ma'bûdiyyet birleşiyor, tekarrüb var, mi'râc var secdede. Sen bunun kıymetini bilmezsen neye yaradı bu iş? Hiç bir şeye yaramaz, olmaz. İşte "eyne tezhebûn" diyenler bunlar. Yani kadr u kıymetlerini bilmeyenler. 

Sana iki yol gösteriliyor, bak, aklın başında, gözün de var. Dünyâ menfaatini gâyet iyi biliyorsun. Kaşığı ağzımıza mı sokacağız, burnumuza mı, onu da biliyoruz. Onun için sana iyi yol gösteriyoruz. Sonra bu fırsat ele gelmez, geçmez bir daha. Namaz kılmaya kalkarsın, bir gün olur, kıldırmazlar, belin bükülmez çünkü. Allah demeye kalkarsın, çenen açılmaz. O günler gelmeden evvel hemen Allah de ve Allah yoluna sarıl, Allah'ı sev! Rabbü'l-âlemîn'i sev!

Ömrünü boşa, hebâya sarfetme! Güneş gurûba ermekde. Gençliğine de güvenme. Hiç bir şeye dayanma. Beşer, akın akın gitmekde, yolculuk devâm ediyor, hiç durmadı, munkati' olmadı. Bu câmi kaç defa doldu, kaç defa boşaldı. Bu câmiye kaç imâm geldi, kaç hatîb çıkdı bu kürsüye, bu kürsü o hatîbi eskitdi. Mahkeme kadıya mülk olmadı. Bunu düşün. Hatırından bunu çıkarma. Hemen ibâdet kemerini beline dola. Hemen ibâdet ve tâ'at! Hemen ibâdet ve tâ'at! İbâdet ve tâ'atına dikkatli ol, fakat tâ'atınla kimseyi incitme!

Muhtâc olduğun kadar Allah'a ibâdetde bulun, ateşe tahammül edeceğin kadar günâh işle! Bu âlemde kalacağın kadar bu âleme, öteki âlemde kalacağın kadar öteki âleme hizmet et, hazırlan. "Rabbine muhtâc olduğun kadar ibâdet et" dedim, her ânda Rabb'e muhtâcız. O'na yanlız muhtâc olduğumuzdan dolayı ibâdet etmeyeceğiz, O'nu sevdiğimizden ibâdet edeceğiz. O'nun seni sevmemesinden kork. Ateşden korkarak Allah'a ibâdet edenler, cennet için Hakk'a ibâdet edenler, esâsında Allah'a ibâdet etmiş olmazlar, nefislerine ibâdet ederler. Allah'a ilâhın olduğu için ibâdet eyle.

Efendiler! Îmân deyip böyle konuşuyoruz, geçiyoruz, kolay iş değil bu ha! Vallâhi kolay değil! Billâhi kolay değil! Eğer bu îmânı kaybedersek, bu âlemden sonraki âlemde ebediyyen bir daha ölüm yok, ebediyyen cehennemdeyiz, ateşdeyiz, Allah'dan uzak bir mevkideyiz, kötülerle beraberiz, İblis'le beraberiz. Îmânlı göçersek cennetde Muhammad Mustafâ ile beraberiz. Bu îmân meselesi çok mühim. Âhiret ebedî, cennet de ebedî, cehennem de ebedî. Burdaki dünyâ gibi değil. 

"Vemtâzü'l-yevme eyyühe'l-mücrimûn". Ma'nâsı, Allah bir sofra kurmuş, Allah bir sofra açmış, kâinât sofrası, o sofraya herkes oturmuş, münkiri, muvahhidi, mücrimi, kâfiri, müslümanı, sâlihi, âbidi, zâlimi, hâini, kâtili, zânîsi, her türlüsü o sofradan yiyiyor, beraber. Âhiretde öyle olmayacak, bir emir çıkacak, "vemtâzü'l-yevme eyyühe'l-mücrimûn", "Ey mücrimler, has kullarımdan ayrılın bakalım, ayrılın bakalım şimdi ey kâfirler! Nimetimi yiyip bana şirk koşanlar! Nimetimi yiyip bana karşı âsî olanlar! Nimetimi yiyip benim kullarıma isyân edip, âsî olanlar, kullarıma eziyet cefâ edenler! Ayrılın bakalım has kullarımdan". İşte o vakit bir bölük, ağlaya ağlaya ayrılacak. Bir bölük de gülerek bir taraf ayrılacak. Ağlayanların yüzleri kara, gözleri gök, defterleri simsiyah, ya arkadan verilir, ya soldan verilir. Gülenlerin yüzleri de nûr içerisinde, defterleri ya sağdan verilir, ya önden verilir, veyâhud hiç hesâb görmezler, Hazret-i Muhammed'e bağışlanırlar.

O sana senden yakın, sen de O'na yaklaş. İşte Allah'ın emirlerini seve seve yapanlar, Allah'a tekarrüb ederler. Hakk Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, habîbi Ahmed'in lisânı ile "Ben kullarıma öyle yaklaşırım ki, onların gördüğü göz benim gözüm, onların söylediği söz benim sözüm, onların yürüdüğü ayak benim ayağım olur" diyor Cenâb-ı Allah Celle ve Tekâddes Hazretleri. Sevdir Allah'a kendini. Sevdir! O muhabbet bir kaledir, oraya giren kimseye dünyâ ve âhiretde, maddî-manevî hiç felâket dokunmaz. 

Bil ki, bu âlemde, Allah Celle Hazretleri bize bizden yakındır. Bu yakınlık, senin benim yakınlığım gibi değil. Bu yakınlık, lisân ile tarîf olunmaz, kalemle yazılmaz, kelâm ile söylenmez. Bunu tadanlar bilir. Onun için Allahu Teâlâ ahkâmı eskimeyecek olan Kur`ân-ı Mübîn'de, "ve nahnu akrebu ileyhi min habli'l-verîd", "Biz size can damarınızdan daha yakınız" buyuruyor Allahu Sübhânehû ve Teâlâ. Sen de O'na yakın olacaksın burada. Ona yaklaşmak için İslâm'ın bir takım şartları ve îmân var. Bunun talîmi lâzımdır. Bilmeden bulamazsın, bulmadan olamazsın.

 Îmânı yakîne getiriniz. Îmân var, islâm var bir de ihsân var. Mü'mine lâyık olan, îmânı ihsân mertebesine getirmekdir. İhsânı basitçe şöyle anlatabiliriz. Sen Hakk'ı görmüyorsan da Hakk'ın seni dâimâ gördüğünü ve her ân, her yerde seninle berâber olduğunu, her söylediğini işittiğini, hattâ kalbinden geçen düşünceleri dahî bildiğini bilmen ihsândır. İhsân, îmânın kemâlidir.

Her ne iş yaparsan, Hakk rızâsını ara ve Hakk'ın seninle beraber olduğunu, senin yapdığın işlere vâkıf olduğunu, seni gördüğünü, seni işitdiğini yakînen bil. Her ne kadar Allah'ı görmüyorsan da Allah'ın seni gördüğünün farkına var. Unutma bunu sakın ha! İki şeyi unutursan helâk olursun, birisi Allah'ı, birisi ölümünü. Her nerede olursan ol, Allah seni görmekde ve seninle beraberdir. Bunu unutma. Tekrar ediyorum, iki şeyi unutursan, helâke mahkûm olursun, birisi Allah'ı unutmak, birisi ölümü unutmakdır. 

Nereye gidersen git, bir şey yapacağın vakitde, kimse görmüyor zannetme. İki melek şâhiddir, görür. Bir de hafaza meleği görür. Bir de sen görürsün. Bir de seninle fenâlık yapacak kimsenin melekleri görür. Onların üzerine bir de Allah görür. Ona göre, düşün, öyle yap. Hiç bir şey yutturamazsın, yutturmak yok. Her şey önümüze çıkacak. İster iyilik ister kemlik. Onun için bir fenâlık yapdın mı, hemen tövbe istiğfâr et, bir daha yapmamak üzere, yapmamak üzere bir daha, tövbe istiğfâr et. O tohumu öldür, önüne çıkmasın. Hayırlı bir iş yaparsan onu gözyaşınla sula, muhabbetle besle, önüne çıksın o gül, senin önüne, o gül. O nimet önüne çıksın senin, imhâ etme onu.

Sözler ve işler hepsi bir şekle bürünerek yevm-i kıyâmetde önümüze gelirler. Allah defterine kaydediyor zâten, kudret fotoğraf makinası çekiyor olduğu gibi her şeyi. Her şeyi çekiyor. Hiç gizlemiyor bir şeyi. Yarın, yakın zamanda bunları bizim önümüze koyacaklar. Bunları düşün, göz önüne getir. Atmıyoruz, uydurmuyoruz, hak söylüyoruz, göreceksin, yakın zamanda. 

Günahına istiğfar et, Allah tövbeleri kabûl eder. İyi adam ol. Çalış! İyiliğe çalış. İyi olmağa çalış. Ahlâkınla mücâdele et. Gazâ-yı ekber kıl, nefsinle harb et. Kötülüğe gitme! Zinâya, içkiye kumara, fenâlığa, insanların kabahatini aramaya dolaşma. İnsan ol. Ölüm var! Ölüm var! Ölüm var! Yakın zamanda elin ayağın tutmayacak. Seni bir cansız ata bindirecekler. Dostların omuzuna alacaklar. Düşmanların gülecek. Dostların ağlayacak. Seninle amelin başbaşa kalacak. Yakın bir zamanda! Yakında olacak bu. Yıldızların dökülür, tövbe kapın kapanır, nefes alır veremezsin, malından mülkünden seni dûr ederler, çırılçıplak soyarlar, hattâ ayağına bir çorap dahi vermezler giymek için, câiz değildir diye. Başına bir takke geçirmezler. Çırılçıplak, yalın ayak, başı kabak, kısmet olursa iki arşın kefenle seni götürüp bir harâbeye atarlar ve seni orada bırakır ve dönerler. Daha ayakların sesi kabristandan çıkmadan, melekler gelir sana bu hayâtrın hesâbını sorar! Unutma bunları! Buradan girip buradan çıkmasın, olacakdır bunlar, böyle olacakdır.

Mühim olan, nefsi ıslâh etmekdir. Nefsini ıslâh etmeyen ne kadar ibâdet ederse etsin faydasını göremez!

Nefsinle mücâdele et. Nefsini ıslâha uğraş. Nefsini ıslâh edemeyen kişi zâhiren insan da olsa hakîkatde hayvandır hattâ hayvandan da beterdir.

İnsanın içinde bir kobra yılanı vardır ki ona nefs-i emmâre derler. Nefsini ıslâh etmeyen kişi adam olmaz. Adam olabilmek için nefs ile mücâdele lâzımdır. Firavun'un "Ene rabbükümül a'lâ" diyerek ilâhlık da'vâsına kalkması da, Nemrud'un "Ben yer tanrısıyım" iddiâsında bulunması da nefs-i emmâre yüzündendir. Daha niceleri nefs-i emmâre yüzünden bunlar gibi ilâhlık da'vâsına kalkmışlardır. O nefs-i emmâre yılanı o kadar dik başlıdır ki, dâimâ kafasını yukarı kaldırır ve Allah ile boy ölçüşmeye kalkar.

Kalbini tathîr eyle yani Hakk'ın sevmediği sıfatları kalbinden sür, çıkar ve kalbini muhabbetullah ve muhabbet-i Resûlillah ile süsle. Zîrâ malın, kasanın ve kesenin menfaat vermediği günde, ancak kalb-i selîm sâhibleri Hakk'ın rızâsına ereceklerdir.

Sen mü'min olduğun için, rûhun temiz, özün temiz, sözün temiz, cesedin, bedenin temiz olmalı. Dünyâ necâsetinden cesedini tathîr et. Hem maddî abdestle, hem manevî abdestle. Yine cesedini hem maddî gusülle, hem manevî gusülle temizle.

Nefs-i emmâre firavununa gâlib ol!

İki günü bir olan aldanmışdır.

Ömrünü boşa geçirme!

Bir adam düşünün, denizin kenarına oturmuş ve bütün parasını denize atıyor olsun. Bu adamın deli olduğuna hemen hükmederiz, değil mi? Evet, bu adam gerçekden de delidir. Aklı başında olan, hiç servetini denize atar mı? Peki o hâlde, ömrünü boşa geçiren, hayatını boş yere çürüten kişiye ne demeli? Deliliğine hükmettiğimiz kişinin denize savurduğu paraları tekrar kazanması pekâlâ mümkündür. Halbuki boşa geçen ömrün bir gününü bile milyonlar versek geri getiremeyiz.

Îmânsız ölmekden korkmayan kişinin îmânsız ölmesinden korkulur!

Bollukda da Darlıkda da Dâimâ Allah De!

Kalbin her an Allah'la berâber olsun!

Hakk'dan ve Hakk'ın huzûrundan hiç bir yere kaçamazsın! Câmilerde ayrı bir husûsiyyet olduğu için buralarda huzûrullahda olduğumuzu kabûl ediyoruz ve dışarıda mubah olan işleri burada yapmıyoruz ama huzûrullah câmilere ve mescidlere mahsûs değildir. Nerede olursan ol hep huzûrullahdasın. Allah o Allah ki, gecenin karanlığında, yedi kat yer altında, kara taşın üzerinde, kara karıncanın rengini görür, ayağının tıpırtısını işitir. Allah, senin kalbine gelen düşünceleri dahî görüyor, işitiyor, biliyor. Sûre-i Mülk'deki " Ve esirrû kavleküm evicherû bih, innehû 'alîmün bi zâtis sudûr" âyet-i kerîmesi bu hakîkati beyân eder. Îmân böyle olmalı.

Cenâb-ı Hakk mahşer gününde, sana bu dünyâ hayâtında yaptıklarının hesâbını sormasa da sadece tek bir soru sorsa, "Ey kulum! Ben hep seninle berâberdim, ya sen kiminleydin?" dese, buna ne cevâb vereceksin? Bunu hiç düşündün mü?

Sende gizli olan hazîneyi bil, onu keşfet, bul. Sen emânât-ı ilâhiyyeye hâmilsin, yani Allah'ın emânetlerini taşıyorsun. Bâtınen sen busun. Sende büyük bir hazîne-i ilâhî var. Bunun farkına var. Bu senin iç âlemindir. Dış âlemin mahdûddur fakat iç âlemin nâ-mahdûddur. Çünkü senin özünden içeri bir öz vardır ki sen o öze bağlısın. Yani Allah'a bağlısın. Hakk seninle berâber, sen kiminlesin? Hakk seninle berâber sen kiminlesin?

Ömür boyu yapılan zikirler ve tesbîhler, son nefesde bir kere Allah diyebilmek içindir. Dilini zikrullaha alışıtır!

İsimde kalma müsemmâyı bul!

İsimde kalma müsemmâya gel! Kalbinde Hakk muhabbeti bulunsun. İçinde olmayanı dışından söylersen münâfık olursun. Hem lisânen esmâ-yı ilâhîyi zikreyle, hem gönlünle Allah'ı ve Resulünü tasdîk eyle ve Allah'a îmân et.

İnsanların baş gözü olduğu gibi kalb gözü vardır, baş kulağı olduğu gibi kalb kulağı vardır, başında dili olduğu gibi kalb dili vardır. Baş diliyle lâilâheillallah deyip kalb diliyle "lâilâheillallah" demeyenler münâfıkdır. İçin dışın bir olsun.

Bir adam, lisânen Allah der, kalbiyle tasdîk etmezse, yâhud kalbiyle söylemezse o adam münâfık olur. Allah dediğin vakitde, takvâyı ve Hakk'a muhabbeti kalbinde duyacaksın. Hattâ Allah'ın medh etdiği mü'minler, medhü senâ etdiği mü'minler, Allah ismini andıkları vakitde, Allah sevgisiyle, vücûdları diken diken olur.

Cenâb-ı Hakk'ın esmâ-yı sıfâtiyyesini ve ef'âl-i sıfâtiyyesini, yani Hakk'ın ef'âlini ve sıfâtını mahlûkat üzerinde görmeyen kördür yani bu âlemde Hakk'ı görmemişdir. Bu âlemde kör olan, öteki âlemde de kör olur. Yani Hakk'ı bu âlemde göreceksin. Eğer Hakk'ın kuvvetini ve kudretini bu âlemde görmüyorsan a'mâ sayılırsın, burada a'mâ olan orada da a'mâ olur. 

İnsanların baş gözü olduğu gibi bir de kalb gözü vardır. Gözünü pâk et, tathîr et. Gözünden ihânet bakışını çıkar, gözünü ibret nimeti ile süsle. Bakdığın bir şeyde evvelâ kudretullahı gör, yani Allah'ı gör, sonra eşyâyı gör. Bazısı eşyâdan Hakk'ı görür, bazısı Hakk'dan eşyâyı görür. Sen benim sözümü dinlersen eğer, evvelâ Hakk'ı gör, sonra eşyâyı gör. Eğer bu kudrete mâlik değilsen, evvelâ eşyâyı gör, sonra eşyâdaki kudretullahı görerek Hakk'ı gör. O vakit âhiret âleminde gözlerin a'mâ olmaz.

İbretsiz göz sâhibinin başı üzerinde düşmanıdır. İbretli göze sâhib ol. Bakıyorsun, ben de bakıyorum, hayvan da bakıyor, hepimiz bakıyoruz, bakışımız bir ama bir insanın bakışıyla bir hayvanın bakışı bir olmaz. İnsan gibi bak. İş bakmakla da değil, gör. Görmekle de değil, hakkıyla gör. Hak ve hakîkati gör. Gözün şaşı olursa, biri iki görürsün.

Hâdisâtın görünüşü başka, hakîkati başka. Durgun suya sopayı sokduğun vakitde sopa kırık görülür. Sopa mı kırıkdır? Hayır, senin rü'yetin bozukdur.

Bu âlemde ne varsa hepsi, bir sun'-i ilâhiyyedir. Habbeden kubbeye, zerreden kürreye, arşdan kürsîye, seriyyeden süreyyâya varasıya kadar hep risâledir, kitâbdır. Okuyabilirsen oku!

İşittin, gördün ama tefekkürün yok, düşünmüyorsun. Allah akıl verdi ya sana, düşünsene. Düşün, araştır. Bir saat kudretullahı düşünmek, tefekkür etmek, altmış sene yâhud yetmiş sene nâfile ibâdetden Allah'a daha sevgilidir.

İnsanoğlunun birinci vazîfesi okumak ise, ikinci vazîfesi de tefekkür etmek yani düşünmekdir. Demek ki, okumakla iş bitmiyor, okuduğunu düşünmek ve onunla amil olmak da gerekiyor. Hiç şübhesiz, bu kolay bir iş değildir. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, bir hadîs-i şerîflerinde, bir saat tefekkür etmenin, altmış yıllık nâfile ibâdet etmekden Allah'a daha sevgili olduğunu beyân buyurmuşlardır.

Tefekkürsüz ilim, hazımsız gıdâya benzer. Yediğimizi hazmedemediğimiz takdirde, nasıl rahatsız oluyor ve o gıdâdan faydalanamıyorsak, tefekkürsüz ilimden de insan aynı şekilde rahatsız olur ve yararlanamaz. Okumak, okuyan kişinin, okuduğunu gördüğü kadardır. Tefekkür ise, ona verilen anlama kudreti nisbetinde olur ki, bu bakımdan anlama, okumanın fevkindedir.

Nazar et, düşün, tefekkür eyle. Bir saat tefekkür, Hakk'ın kudretini, Allah'ın sanatını, sun-i ilâhîyi tefekkür, yoksa şeytanlığı değil, bir saat, altmış sene nâfile ibâdetden Allah'a daha sevgilidir. Nâfile ibâdetden, farzlar ayrı. Farzın yerini hiç bir şey tutmaz.

Kur`ân okumasını bilmiyor musun? Bak semâvâta, Allah semâyı nasıl kaldırmış, yıldızları nasıl dizmiş, göğü yıldızlarla süslemiş. Bak, şimdi birkaç tâne daha güneş manzûmesi bulmuşlar. Kaç tâne güneşler, kaç tâne aylar var.

Câhil adam tefekkür ederse, tecennün eder, biraz okumak lâzım. Okudukça cehlin artar. Okudukça cehlini bilirsen, anlarsan, âlim olmaya başladın demekdir. Eğer okurken "Ben âlim oldum" dersen, câhilsin. Bilmediğini öğrenmeye başladın mı, bilmediğini bilmeye başladın mı, âlimsin. Biliyorum dersen, câhilsin.

 

"Âmentü billah 'alâ murâdillah" yani "Allah'ın istediği gibi îmân ettim" deyiniz. "Âmentü billah 'alâ murâdı Resûlillah" yani "Resûlullah'ın murâd ettiği gibi îmân ettim" deyiniz zîrâ akâide müteallik herşeyi bilemezsiniz.

Tasavvufu öğrenmek isteyen önce Kelâbâzî'nin "Ta'arruf" adlı kitabını okusun.

 

Hesâba çekilmeden önce, KENDİNİZİ SİZ hesâba çekin!

Öğrenmekle bırakma! Öğrendiğini fiilen göstermen lâzımdır. Yani bir adam mahkemeye gittiği vakit, o adam suçlu olarak varsa, hangi suçdansa, hâkim ona, "Bu suçu niye işledin?" dese, o da, Efendim, ben bunun suç olduğunu bilirim ama gene de irtikab ettim" dese, bilmesi onu hapis olmakdan kurtaramaz. Onun için bilmek kâfî gelmez. Bildiğini, öğrendiğini hayâtına tatbîk edeceksin. Güzel şeyleri, çirkin şeyleri değil. Biz güzelleri bırakmışız, çirkin şeylere dönmüşüz.

Okutan, anlatan hocaefendi kendi ilmiyle âmil olmazsa halka onun tesiri olmaz. Evvelâ nefsine vaaz edeceksin, sonra gayra. Bunu sana da söylüyorum, sana da hitâb ediyorum ey ehl-i îmân!

Îmân abdestini bozacak fenâlıklardan kaçın!

Şerri şerre düşmemek için öğren!

İçki adamı deli eder. Delinin ne yapacağı malûm değildir. Delileri Allah sevmez. Onlar makâm-ı a'rafda kalırlar. Yani Allah hasta olarak halk etse bile, ibret olarak beşeriyyete, makâm-ı a'rafda kalır. Onun için paranla deli olmağa kalkma. İyi şey değildir. İçme! İçme! Ben sana bir içki tarif edeyim onu iç, hiç ayılmazsın, tâ cemâlullahı görünceye dek. İkinci sefer onunla bayılırsın. Aşk-ı ilâhî şarabını iç. Allah'ın kudret elinden isteyin, aşk-ı ilâhî isteyin. Onunla sarhoş ol babacığım, bırak öyle şeyleri, pis şeyleri, bırak öyle pis şeyleri. 

İçkiyi terk et! İçki insanı deli eder, kendi paranla deli olmağa kalkma!

Zâten bir defa akıllı bir adam içki içmez. İçmez akıllı adam içki. Pâdişah tımarhâneye gelmiş, biliyorlar pâdişahın içki içdiğini, önüne içki çıkarmışlar. Sonra bir delikanlı gelmiş, akıl hastası, karşıda durmuş. Sultan olan içki vermiş, "al sen de iç" demiş. Demiş ki, "Pâdişahım, sana bir soru soracağım, sonra içeceğim" demiş. "Sor bakayım ne soracaksın?". "Sen içiyorsun benim gibi olmak için, ben içeceğim kimin gibi olmak için?" demiş. Sultan bardağı kırmış, anlamış ki irşâd edildi. 

İnsan parasıyla deli dîvâne olur mu! Belâlar, kazâlar, hapsihânelerde çürüyen insanlar, hepsi içki yüzünden olur böyle şeylerin. İnsanın başına kötü şeyler gelir, insanın iffetiyle ırzıyla oynarlar, yaşına başına da bakmazlar. Çünkü o da deli oluyor, o da deli oluyor. Delilerin hastalıklarının derecâtını bilir herkes, ama sarhoşun ne yapacağı malûm değildir. Sarhoşun ne yapacağı malûm değil.

İçki içip, parası ile kendini deli etmeye uğraşan kimse! Şimdi sana hitâb ediyorum! Kendi paranla deli olman doğru bir iş midir? Bu içkiden biraz zevk duysan bile, böyle bir hâle girmen akıl kârı mıdır? Eğer bana "Ben bunu senelerden beri içiyorum, elimden ne bir kazâ çıkdı, ne de bir kimsenin hatırını kırdım" diyecek olursan, bundan sonra elinden bir kazâ çıkmayacağından emîn olabilir misin? Diyelim ki içki yüzünden böyle bir şey yapmadın, fakat sıhhatinin elinden gitdiğinin farkında değil misin? Bu içkinin sana bir zararı olmasa bile, evlâdlarına mutlakâ zararı olur. Sarhoşların çocukları ya akıl hastası ya ahmak ya da manyak olurlar.

"Derdim var, içiyorum" diyorsun ama senin derdin içki ile hallolmaz. İçki, senin derdine aslâ çâre olmaz! Gel ben sana bir içki tarif edeyim de onunla mest ol. O içkinin sâkîsi, Hazret-i Sultân-ı Enbiyâ, içkisi ise aşk-ı ilâhîdir. Meyhânesi, âşıklar meclisi, kadehi ise senin vücûdundur. Bu meyden içen bir daha ne gam, ne kasâvet görür. Ne ayılır, ne de ayrılır. Kovsalar dahî bir daha başka kapıya gitmez. Ebediyyen mest ü hayrân olur.

Öyle içkiyle fışkıyla meşgûl olan adam, nasıl Muhammedîyim diyebilir! Allah'ın sevmediği sıfatlara giren, aklını zâyi edip de konuşduğu sözle Hakk'ı kıran, Peygamber'i gücendiren, anasına babasına âsî olan, evlâd u ıyâlini kıran, ahbâb u yârânını inciten kimse nasıl Muhammedîyim diyebilir, nasıl ben Resûlullah'ın ümmetiyim diyebilir!

Ağır konuşuyorum biraz ama dikkat et, insâf et ve bana hak ver. İçki içdiğin vakitde akıl zâyi olur. Akıl zâyi olduğu vakitde ne söylediğini bilmezsin. Akıl nerede îmân oradadır. Hayâ nerede îmân oradadır. Sarhoş adam hayâsız olur, hayâsını kaldırır atar. Çünkü aklı yok, ne yapdığını bilmiyor. Allah'ı kırar. Hattâ içmeden evvel bir sarhoşa de ki, "Gel buraya, sana şu kadar para vereceğim, gel kâfir ol" de, "Ne yapıyorsun" der, belki seni dövmeye, vurmaya kalkar. İçki içdiği vakitde bedâva kâfir olur, haberi bile olmaz. Ağzından bir söz çıkar, Allah'ı gücendirir, Peygamber'i darıltır. Şimdi buna sen nasıl elini sürebilirsin, soruyorum sana!

Ey ibâdallah! Darılmayın, gücenmeyin. Belki böyle kötü işlere mübtelâ olan  arkadaşlarımız vardır. Allah'ın affetmeyeceği günah yokdur. Ama hemen Allah'a dön, Allah'a rücû eyle! Allah'a rücû etmeyince olmaz. Koymayacaksın ağzına.

"Efendim, bırakmak istiyorum ama yapamıyorum" dersen ben sana öğreteyim usûllerini. Nasıl terkedeceksin? Evvelâ Allah'dan isteyeceksin terk ettirilmeyi. Allah senin kalbine onu istikrah etdirsin. Evvelâ Allah'a ilticâ edeceksin. Sonra içki arkadaşlarını terkedeceksin. O vakit içkiyi terkedersin. Kumarı terkedeceksen, önce kumar arkadaşlarını terkedeceksin. Sâlihler içine gel. Allah'dan kokanların içinde bulun. "yâ eyyüllezîne âmenû't-tekullâhe ve kûnû ma'as-sâdıkîn, ey mü'minler Allah'dan korkunuz, sâdıklarla, dürüstlerle olunuz" diyor Allahu Sübhânehû ve Teâlâ. Ne işin var senin ötekilerin içerisinde. Bu tarafa geç. Çünkü sen ne kadar mücâdele yapsan dahi, arkadaşını kıramazsın, belki seni gene kötülüğe götürebilir. Evvelâ onları terkedeceksin.

Gel kardeşim, elindeki kadehi kır ve at, elin arınsın. Alkol ile paslanan dilin, tevhîd ile arınsın. Kalb kadehine, aşk-ı ilâhîyi doldur, gönlün arınsın. Bu aşk bâdesi, mideni bozmaz, zihnini ve kuvve-i müfekkireni bulandırmaz, gül benzini soldurmaz. Fakat seni öylesine mest eder ki, bu sarhoşluk dünya kadehlerinde bulunmaz. İnsân, hem de hazret-i insân olursun. Dilin zikr ile, şükr ile, gönlün aşk ile nûrlanır. Ağzın helâl yemekle, gözün helâl görmekle, bütün a'zâ ve cevârihin helâl yoluyla kemâle ermekle şu'urlanır. Yoldaşın, îmân, sırdaşın sulehâ-yı zamân, rehberin Kur`ân-ı Azîmü'ş-Şân olur.

Gel sen aşk sarhoşu ol gel!

Kötü kişilerin yanlarına gitmeyin, sizi yoldan çıkarırlar. Bak sana söyleyeyim, kötü ahlâklarından, kötü âdetlerinden vazgeçeceksen, o işlerle arkadaşlık yapdığın kimseleri evvelâ terk et, sonra kurtarabilirsin kendini, yoksa kurtaramazsın. Sana yol gösteriyorum. Meselâ daha açayım ben size, ufak para yapayım. İçkiyi terk edeceksin, evvelâ içkiden evvel içki içdiğin arkadaşlarını terk edeceksin. Onları terk etmeyince içkiyi terk edemezsin. Kumarı terk edeceksin değil mi, evvelâ kumar arkadaşlarını terk edeceksin, sonra kumarı terk edersin. 

Böyle kötü şeylere gitmeyin, iyi değil bunlar. İnsanlığa yakışacak sıfatlar değildir. İnsana lâyık olan, iffet, ırz, nâmûs, kâmil bir insan olmakdır, mükemmel insan olmakdır, insanları kurtarmakdır. Yoksa böyle çukurlar içerisinde, çamurlar içerisinde dolaşmak, hele bâhusûs Muhammedü'r-Resûlullah demiş, nüfus kağıdında mü'min diye yazılmış, müslüman diye, bir de kalbinde de var senin bu, hiç yakışmaz bize. Aman hâ! Göreyim sizi. Hemen tövbe istiğfâr edelim ve bir daha da dönmeyelim o çirkefe, öyle şeylere.

Geçinemiyormuş, bana gelip derd yanıyor. “İçki içiyor musun?”. “Hocaefendi, Allah affetsin, işte bazen oluyor, arada bir papaz uçuruyoruz”. Kes içkiyi! Yaramaz! Nihâyeti iyi olmaz! Kes! İçki-fışkı müslümana yakışmaz. Nazargâh-ı ilâhî kalbdir, kalbin yanında da midedir, kalb nazargâh-ı ilâhî olduğuna göre mideyi meyhâneye çeviremezsin. İnsansan çeviremezsin onu. Câminin kapısına meyhâne yapmak içmekden daha hayırlıdır. “Efendim, bazı sarhoşlar da içmişler de ermişler”. Bir sarhoş vardır, içmişdir, ermişdir. Olabilir. Senin delîlin o değil. Senin delîlin Hazret-i Muhammed Mustafâ, sen O'na tâbi olacaksın. Sarhoşun biri içer miçer, sonra bir şey yapar, meselâ bir sevap yapar, Bişr-i Hâfî gibi, Allah onun şekâvetini saâdete kalbeder. Ama sen onun peşine düşmeyeceksin ki. Sen, Resûl-i Ekrem'in yolundan gideceksin, senin vazîfen o.

İçki içip, parası ile kendini deli etmeye uğraşan kimse! Şimdi sana hitâb ediyorum! Kendi paranla deli olman doğru bir iş midir? Bu içkiden biraz zevk duysan bile, böyle bir hâle girmen akıl kârı mıdır? Eğer bana "Ben bunu senelerden beri içiyorum, elimden ne bir kazâ çıkdı, ne de bir kimsenin hatırını kırdım" diyecek olursan, bundan sonra elinden bir kazâ çıkmayacağından emîn olabilir misin? Diyelim ki içki yüzünden böyle bir şey yapmadın, fakat sıhhatinin elinden gitdiğinin farkında değil misin? Bu içkinin sana bir zararı olmasa bile, evlâdlarına mutlakâ zararı olur. Sarhoşların çocukları ya akıl hastası ya ahmak ya da manyak olurlar.

"Derdim var, içiyorum" diyorsun ama senin derdin içki ile hallolmaz. İçki, senin derdine aslâ çâre olmaz! Gel ben sana bir içki tarif edeyim de onunla mest ol. O içkinin sâkîsi, Hazret-i Sultân-ı Enbiyâ, içkisi ise aşk-ı ilâhîdir. Meyhânesi, âşıklar meclisi, kadehi ise senin vücûdundur. Bu meyden içen bir daha ne gam, ne kasâvet görür. Ne ayılır, ne de ayrılır. Kovsalar dahî bir daha başka kapıya gitmez. Ebediyyen mest ü hayrân olur.

Ehl-i şerî'at lisânında içkiye bütün habâsetlerin anası demek olan "Ümmül-Habâis" derler. Gerçekden, içki bütün kötülüklerin anası mâhiyetindedir. Bilindiği gibi, insanın en kıymetli cevheri akıldır. Akıl nerede ise dîn oradadır. Dîn nerede ise îmân oradadır. Îmân nerede ise hayâ oradadır. Hayâ nerede ise nâmûs ve iffet oradadır. Binâenaleyh, içki ile akıl gidince dîn gider, dîn gidince îmân gider, îmân gidince hayâ gider, hayâ da gidince ne nâmûs kalır ne de iffet! Onun için yani içki aklı giderdiğinden dolayı ümmü'l-habâis olmuşdur. Bugünkü tıb ilmi, Allah korusun akıl hastalıklarında hastanın hangi belirtilerle neler yapabileceğini kestirmekde ve önleyici tedbirler alabilmekdedir. Oysa sarhoşun ne yapacağını önceden kimse kestiremeyeceği için, kendisinden her türlü fenâlık beklenir. Onun için âcizâne deriz ki, aklının başında olduğunu iddiâ edenler, alın teri dökerek kazandıkları helâl para ile içki satın alıp içerek yalnız harâm işlemekle kalmazlar, aynı zamanda kendi paraları ile akıllarını ibtâl etmiş olurlar. Böylelerine akıllı demek câiz olup olmadığını sizlerin irfânınıza terkederim.

Aman içkiden sakın! Zîrâ içki kadar kötü hiçbir şey tasavvur edilemez. İçki aklı giderir. Aklı olmayan, her şeyi yapabilir. İçki, kötülüklerin anasıdır. Bir çok fenâlık musîbet ve belâlar doğurabilir. İnsanı, dünyâda hapse, zindana hattâ idâma kadar götürebilir, âhiretde ise ebedî azâba dûçar edebilir. Zira içki içen, bütün mahlûkât-ı ilâhîyi incitebilir, Allah'ı ve Resûlünü gücendirebilir.

Tasavvufda mey ve şarap, süfehânın ve alkol mübtelâlarının anladığı ve içdikleri şarap olmayıp, aşk-ı ilahîye teşbîhdir. Yoksa şerî'atın yasakladığını tarîkat ehli kat'iyyen kullanamaz. Kullanmak şöyle dursun, hattâ şerî'atda mubâh olan ehl-i tarîke harâmdır. Bu beyânımızın şâhid ve isbâtı, sôfiyyenin, "Hasenâtü'l-ebrâr seyyiâtü'l-mukarrabîn" vecîzesidir. Yani birr ü takvâ sâhibinin sevâbı, mukarreb olanların seyyiâtıdır.

İçki içmek ki, nass-ı Kur`ân ve Hadîs-i Nebiyyü'r-Rahmân ile men' edilmişdir. Şarap, rakı, bira ve emsâli sarhoşluk verici şeyler, insanın aklını alan ve onu hayvan derekesine indiren nesnelerin, mubah olamayacakları bir emr-i kat'î ve hükm-i 'azîmdir. Bu emri dinlemeyenlerin ve bu hükme uymayanların, dünyâda kendilerini felâket ve zilletden kurtaramayacakları bedîhî olduğu gibi, âhiretde de afv-ı ilâhiyyeye ve şefâ'ate mazhar olmazlarsa ve nârdan kurtulamayacakları âyetlerle ve hadîs-i şerîflerle sâbitdir.

Bazısı da diyor ki, "Hocaefendi, elhamdülillah rakıyı bırakdım". "Peki nasıl oldu o iş?". "Hastalandım, bırakmasaydım ölecekdim". Ayol rakı seni bırakmış, sen rakıyı bırakmamışsın. İsteğin, arzun olduğu hâlde terk edeceksin. Fenâlığı kâdir olduğun hâlde yapmayacaksın. Yoksa doktor sana yasak etmiş, hastalık mâni olmuş, sen rakıyı öyle bırakmışsan, sen rakıyı bırakmadın, rakı seni bırakdı. Olmaz öyle şey, içki miçki ağzına koyma, yakışmaz müslümana. Yapdınsa, nâdim ol. Allah günahları affedicidir.

Efendiler! Tövbe ediniz, kötü huylarınıza. Kötü alışkanlıklarımız vardır, sigaraydı, bilmem işte insanların vücûdunu tahrîb eden, kesesini tahrîb eden, hânesini tahrîb eden. Meselâ akıllı bir adama, "Gel bakayım buraya, sana yüz milyon vereceğim, kâfir ol" de, olmaz. İki kadeh içki içdi mi, bedâva gavur olur. Haberi bile olmaz. "Gel buraya, şu mihrâb duvarını yık bakayım", desek yâhud "Şuraya işe" desek, estağfirullah, "Hoca sen ne yapıyorsun, ne diyorsun bana!" der. Üç kadeh içdi mi, pisler, bir de üzerine tüy diker. Haberi bile olmaz. Tövbe istiğfâr edeceksin. Şişeyi kır! Gel ben seni Allah aşkına davet ediyorum. O sarhoşluk geçer o. Arkasında nedâmet vardır, sabahleyin susarsın, hasta olursun,  sıhhatin bozulur. Sana öyle bir içki, tarîf edeyim ki Allah kudret eliyle sana versin, iç, bir daha ayılma! O zevkle git, Allah zevkiyle. "Yeşilaycı mısın?" diyeceksin bana değil mi? Karışmam kimseye ama istemiyorum, soyun bunları artık, kalbden çıkarın. Günler yaklaşdı, bak saçın sakalın ağırdı. Bunlar ölüm habercileridir kardeşim.

Sigarayı da söndür, içme! Bak ben günde beş paket içiyordum cigara. Beş paket cigara içerdim günde. Bir namaz kılarken içmezdim, bir Kur`ân-ı Kerîm okurken. Tefsîr okurken dahi içerdim. Kitâb yazarken, tefsîr okurken, dînî kitâb okurken, bir tarafdan yakar, bir tarafdan söndürürdüm. Evin içi duman olur. Bizim hanım, benim dumanımdan müteessir olur zavallı, ona da eziyet cefâ ediyordum. O içmiyor çünkü. İçmeyene çok eziyet cefâ olur sigara dumanı. Bırakın sigarayı da!

Ey kötü huylardan vazgeçmek isteyen kişi! Eğer içkiden vazgeçmek dilersen, önce içki arkadaşlarını terk et. Kumardan vazgeçmek istersen kumar oynadığın kahveye gitme ve kumar arkadaşlarını terk ey le. Herhangi bir fenâlığı yapıyorsan, o fenâlığı, sen tek başına yapamazsın, seni o kötülüğe teşvîk eden arkadaşlarını terk eyle. Her şeyden evvel de Allah'a yalvar, seni o kötülükden alıkoysun. Her şeye kâdir kayyûm O'dur. Böyle tövbe etme nimetine erersen .nefsinden bilme, "ben terk etdim" deme! Allah bana tövbe nasîb etdi" diye bil ve Allah'a hamd ü senâ eyle. 

Namaz kılmak gibi bir nimete ermek istiyorsan, Allah'a yalvar ki seni huzûruna kabûl buyursun. Namaz kılanlar ile arkadaş ol. İyi kimse olmak diliyorsan, iyilerle ünsiyet eyle. Onların huylarını kendine örnek tut. Hakk'a mahbûb olmak diliyorsan, Hakk'a mahbûb olanlarla beraber ol. Bir şişeye kötü kokulu bir şey koysalar, o kötü şey şişenin cinsinden olmadığı hâlde, şişeye o kötü kokudan sirâyet eder. Şişe boşalsa dahi o koku orada kendini belli eder. Buna mukâbil bir şişeye lavanta yâhud gül yağı konulsa ve şişe boşalsa, o güzel koku hâlâ oradan yayılacakdır. Bunun gibi, sana iyi veya kötü arkadaşın huyları sirâyet edecekdir. İyilerle olduğun zaman onlardan iyilik öğren. İyilerin başı Muhammed aleyhisselamdır. Kötülerin başı Şeytan'dır. Şeytan'dan Allah'a sığın. Kendi kendine bir şey olamazsın. Mutlakâ bir şey olmak diliyorsan, olan ile ol ve olmak istediğini olandan öğren.

Diyor ki Cenâb-ı Hakk Mûsâ Peygamber'e, "Yâ Mûsâ" diyor bir gün Tûr'da, Firavun'un helâkından sonra, Allah öyle Rahîm'dir ve Rahmân'dır Allah, diyor ki, "Yâ Mûsâ, Firavun seksen küsur sene ene rabbükümü'l-a'lâ dedi" diyor. Yani ben sizin rabb-i a'lânızım dedi halka, kendisini ilâh olarak takdîm etdi, seksen küsur sene, ene rabbükümü'l-a'lâ dedi. "Bir kere sübhâne rabbiye'l-a'lâ deseydi, affederdim" diyor Cenâb-ı Allah. Hiç ümîdini kesme. Denizlerin katresi kadar, güneşin hüzmesi kadar, kâinâtın zerresi kadar günahın olsa, Allah'dan ümîdini kesme. Sakın ha! Cenâb-ı Hakk'a hüsn-i zann et. O, affedicidir. O, latîfdir. O, cemîldir. O, sâhibü'l-cemâldir. O'nun yolundan yürü. O'nu sev, O'nu severek yürü. "Kulum beni nasıl zannederse öyle bulacakdır" diyor. Öyleyse Allah'a hüsn-i zann et.

İçkiyi terk etmek istiyorsan evvelâ içki arkadaşlarını terk eyle, sonra içkiyi terk edersin. Sözlerimi iyi dinle, derde devâdır. Kumarı mı terk edeceksin, evvelâ kumar arkadaşlarını terk eyle, ancak ondan sonra kumarı terk edebilirsin. Kumar arkadaşlarını terk etmeden kumarı terk edemezsin. Kötülüğü mü terk edeceksin, evvelâ kötü arkadaşlarını terk eyle, ondan sonra kötülüğü terkedebilirsin.

Tövbe de, biliyorsunuz, "Tövbe Yâ Rabbi" demek değildir, yapılan çirkin harekâtı terk iledir. Bir daha söylüyorum, kulağını benden yana iyi ver. Yapılan çirkin harekâtı, Allah'ın sevmediğini, Allah'ın men' etdiğini terketmekledir. Kasden, cezmen terketmekledir. Tövbe böyle olur. Yoksa günâhı işle tövbe et, günahı işle tövbe et, yani kalbinde yok onu terk etmek, ama lisânında tövbe var, o vakit iş biraz müşkül olur. Onun için insan hemen tövbe istiğfâra sarılmalıdır. Evvelâ pehriz sonra ilaç alacaksın. Evvelâ tövbe istiğfâr. İbâdetinden zevk duymuyorsan, tövben yok, tövben müstecâb olmamışdır. Tövbe müstecâb olduysa ibâdet ve tâatından zevk duyarsın. Namazda sıkılıyor musun, bil ki hastalık var kalbinde, pehrizinde, tövbende sakatlık var. hakkıyla tövbe eden muhakkak sûretde ibâdet ve tâatının zevkini duyar. Bir de ibâdet ve tâatın zevki, helâl lokmadadır, helâl lokmada. 

Tövbe! Tövbeye devam! Tövbe istiğfar, tövbe istiğfar. Duyarak ve terk ederek, hakîkaten terk ederek. Ve Cenâb-ı Hakk'a, "Yâ Rabbi nefsime hâkim olamıyorum, bana yardımcı ol" diye Allah'a yalvar, Allah'dan iste. O her şeye Kâdir u Kayyûm'dur. O'nun rızâsı olmayınca, O'nun irâdesi, bir yaprak dahi oynamaz yerinden. Sen câmiye kendin mi geldin zannediyorsun? Seni getirdiler buraya. Gelmeyen de gelmedi mi zannediyorsun? Sokmuyorlar içeriye. Bunu da kafana böyle koy. "Efendim irâdesi mirâdesi yok mu?". Canım ben kabûl ediyorum irâdeyi. İrâdeyi ben de kabûl ediyorum. Bildiğin gibi değil o, hâdisâtın görünüşü başka, alt tarafı başka. Yani durgun suya sopayı sokduğun vakitde sopa kırık görülür. Sopa mı kırıkdır? Senin rü'yetin bozukdur. O ayrı iş, bildiğin gibi değil.

Tövbeye devam! Ne müşkülün varsa tövbeye devam. Ama duyarak tövbe et. Vücûdunun her zerresi tövbeyi duysun. Müjdeyi verelim değil mi? Tövbe edenler için söylüyorum. Ey delikanlı! Ey genç kardeş! Evlâdım! İbâdete koş, tâata koş, suçlardan, kötülüklerden sıyrıl, süflî işlerle uğraşma, süflî zevkleri terk et, ulvî zevklere bak, ulvî zevklere. Ulvî zevkler, Allah'la sohbetdir namaz. "iyyâke na'büdü ve iyyâke neste'în" diyorsun. Ne işin var süflî şeylerde. Onların hepsinin altında âh u vâh vardır. Dünyâda olmazsa âhiretde vardır. Dünyâda da vardır âh u vâh. Kimin kapısını çalarsan senin de kapını çalarlar. Unutma bunu sakın ha!

Ne olursan ol, yevm-i azîm gelmeden tövbeye sarıl. Senin ve benim yevm-i azîmimiz ölümümüz günüdür.

Zâhidlerle, mü'minlerle, muhsinlerle berâber olursan, onlarla berâber muamele görürsün. Bu âlemde de öyledir. Meselâ ne gibi? Eğer esrarkeş kahvesine gidersen, esrar içmesen dahi, polis geldiği zaman seni de götürür. Eğer iyilerin arasına girip oturursan sana da iyi muamelesi yaparlar. Âhiret âlemi de böyledir.

Dünyâ yüzünde kendilerinize iyi ahbâblar seçiniz. Kötü arkadaşları kendinize yük etmeyin. Boşuna ölü taşımayın. Sizi Allah'a götüren, birr ü takvâya çağıran, aşka davet eden, cennet yollarını gösterenlerin peşinden gidiniz. Nefslerine kul kurbân olmuş, nefsinin eşeği, şehvetinin uşağı olmuş kimselere tâbi olmayınız.

Dâimâ iyilerin yanına gidiniz, kötülerden kaçınınız. Eğer kötüleri irşâd edecekseniz onların yanına gidiniz. Eğer kötüler uyacaksanız, yani nefsiniz zayıfsa, kötülerin yanına gitmeyin, iyilerin yanına gidiniz.

Elini öptüğün kişiye çok dikkat et!

Mevlidü'n-Nebî gecesi rahmet-i ilâhînin cûş u hurûşa geldiği büyük bir gecedir, o geceyi sakın ihmâl etme!

Leyle-i Mevlid rahmet-i ilâhînin cûş u hurûşa geldiği gecedir. Bu akşamdan istifâde ediniz. Unutmayınız, bu gece bizim en büyük gecemizdir. Bu gece Hakk ile arayı iyi yapınız.

Receb ayının ilk gecesi gayet mühim ve mübarek bir gecedir. Kıymetini bilip ihyâ edin!

Receb ayı tevbe ayıdır, Receb ayında tevbe edilecek, Şaban ayında göz yaşı dökülecek ki, ekilen tohumun meyvesi Ramazan ayında toplanabilsin.

Kötü alışkanlıklarınıza Receb ayında tevbe ederseniz bir daha tevbenizi bozmazsınız!

Efendiler! Tövbe ayı geldi. Kötü huyun varsa, kötü alışkanlıkların varsa, günah insanı kâfir yapmaz, yani irtikâb-ı meâsî küfrü mûcib değildir bizim mezhebimizde, bizim itikâdımızda, sünnî itikâdında yani, fakat kötü alışkanlıkları at. Kabre gidecek yoldaşını seç burada. Tek başına gideceksin oraya, yanına bir arkadaş götüreceksin. Onun için iyi arkadaş seç yanına. Kötü alışkanlıkların beraber gidersin sonra âhirete. Yani sarhoş bir adam, içkiye mübtelâ, içkiyle beraber gitmez, o içki başka şekle girer sonra orada, şekli değişir onun. Fenâ şeyler, yılan oluverir sonra, beraber götürürsün yani. Azgın bir kelb olur. Bazı amel vardır, o amelde bulunanlar, âhiretde o amel ona, azgın bir kelb olur, onun dübüründen onu yer. Harama bakan gözlerin bakışları maneviyyatda kurşun eritilir o harama bakan gözlere dökülür, patlatılır o gözler. Harama bakmak göz dikenidir. Gözünü, kulağını, elini, ayağını, dilini, Hakk'ın rızâsından gayrı yerlerde kullanma.

Tövbe ayı geliyor, Receb ayı. Tekrar ediyorum size. Tövbe edin efendiler! Tövbeden murâda da "Tövbe Yâ Rabbi" demek değil. Allah'ın sevmediği huylar varsa, kendimizi bir hesâba çekelim, onları terkedelim. Allah'a sığınalım, Allah'a terkettirelim. Sen terkedemezsin! "Yâ Rabbii ben nefsimin mahkûmuyum, yapamıyorum, bana yardım et" diye Cenâb-ı Hakk'a yalvar, ağla ki, seni o huydan vazgeçirsin. Geçiyorum. Şu şu, bu bu diye konuşmadık, şahıs da koymadık ortaya, umûmî konuşuyoruz. 

Tövbe ayıdır, Receb ayında kim tövbe ederse, Allah o tövbeyi müstecâb eder ve tövbesinde o kimse sâdık olur. Yüzlerce adam cigaraya tövbe etmişdir Receb ayında ve içmemişdir bir daha, li hikmetillâhi teâlâ. Nice böyle kötü alışkanlıklara alışanlar Receb ayında terk etdi mi, tövbe ederse eğer, Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, onun tövbesinde onu sâbit kılar. Tövbesini bozmaz yani. Sâbit kılar dediğim o. Tövbesinde durur yani Türkçesi. 

Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Receb Allah'ın ayıdır" diyor. Çok mühim! "Şaban da benim ayım" diyor. "Ramazan da ümmetimin ayıdır" diyor. Kim ki Receb ayında ibâdet ve tâat tohumlarını ekdi, Şaban ayında gözyaşıyla suladı, mutlaka Ramazanda onun meyvasını biçecekdir. Sakın gafletle geçirmeyiniz!

Kötü bir huyunu terkedince sakın "Ben terk etdim" deme! Çünkü ancak Allah sana terkettirirse edersin. Benliği ortaya koyma!

İstiğfar, sâdece "estağfirullah" demekle olmaz! Dilinde istiğfar, kalbinde nedâmet (pişmanlık) olmalı, bir de gözünden yaş dökmelisin ki hakîkaten istiğfâr etmiş olasın. Yoksa ağzında var-kalbinde yok, münâfık olur adam!

Allah'ın mağfiret kapısını istiğfâr ile çalmaya devam edersen elbet bir gün o kapı sana da açılacakdır.

İstiğfârı çok yapınız, her musîbeti önler. Herhangi bir işin rast gitmiyorsa, Cenâb-ı Hakk'a istiğfâr et. İstiğfârın ma'nâsı, Allah'ın mağfiretini, rahmetini, affını taleb etmekdir.

70.000 Kelime-i Tevhîd okuyan, nefsini cehennem ateşinden kurtarır...

Ölenlerin arkasından 70.000 Kelime-i Tevhid okumayı sakın ihmâl etmeyiniz. Bir ölünün rûhuna Allah rızâsı için yetmiş bin "Kelime-i Tevhîd" okunur ve bağışlanırsa, o kimse azâba müstehak olsa bile azâbı ref' edilir. Kendisine yetmiş bin "Kelime-i Tevhîd" bağışlanan zât, azâba müstehak olmamışsa, kendisine cennet derecâtı verilir.

Berat Gecesi aşağıdaki gibi duâ edilmesini ta'lîm ve tavsiye buyururlardı :

Ya Rabbi! İsmimi şakîler-kötüler-âsîler defterine kaydettiysen oradan sil; saîdler-iyiler-sevdiğin kullar defterine kaydeyle. Saîdler, sâlihler, mü'minler defterine kaydettiysen oradan ismimi silme, ibkâ et.

Ramazan geldi, kadrini bil! Çok çabuk geçer. Ömür de böyle çok çabuk geçer. Namaz vakti de böyle çabuk geçer. "Ramazan yine gelir" deme! Giden Ramazan bir daha gelmez. Gelecek Ramazan başka bir Ramazandır. Ramazan kıyâmete kadar gelecek, fakat bu Ramazan belki senin son Ramazanındır. "Namaz geçti, yine gelir" deme! Belki bu senin son namazındır.

Allah için oruç tutan, orucunu helal lokma ile tutup, helal lokma ile açmalıdır. Yoksa haram ile tutulan orucun faydası ancak açlık ve susuzluk ile perhizdir. Haram lokma ile açılan oruç da böyledir.

Sahura kalkmazsan sünneti terk etmiş olursun. Zîrâ sahur sünnetdir. Hem de sünnet-i müekkededir yani kavî sünnetdir. Peygamberimiz sahuru hiç bırakmamışdır. Hattâ Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, "İftarı tacîl ediniz, sahuru tehîr ediniz" buyurmuşdur. Yani akşam ezanı okundu, top patladı, "şu namazı kılayım da orucu sonra açayım" dersen olmaz, günahkâr olursun. Ezan okundu mu hemen orucunu açacaksın. Önce orucu açacaksın, sonra eğer açlığa dayanma gücün varsa, namazı kılacaksın. Yok, aklın yemekde kalacaksa, huzûrsuz namaz olmaz, önce karnını doyur, sonra namazını kıl. Sahur tehîr edilecek, yani en nihâyete bırakılacak. Bazısı "hemen yiyeyim de yatayım" diyor, o makbûl değil. Azıcık zahmeti var belki ama Resûl'ün sünnetine uymak lâzımdır. Çünkü felâh ondadır.

Sahura mutlakâ kalkmak lâzım, zîrâ tekidli sünnetdir. Sahur o kadar şereflidir ki, o şerefi ancak şöyle anlatabilirim. Meselâ bir kimse hasta olsa, şerîat ona orucu yemeyi müsâade etse de oruç tutmasa, gene sahura kalkmalı. Bak ne söylüyorum! O kadar ehemmiyetli. Tekidli sünnet. Efendimiz sahuru hiç bırakmamış. Hasta da olsan Efendimizin sünnetine ittibâen sahura kalkacaksın, uykuyu bozacaksın, oturur bir çay içersin, bir su içersin, yatarsın. Ertesi gün orucunu yersin, hastasın çünkü.

Orucu çiğ şeylerle açmalı ve iftarda hafif yemeli. Sonra sahurda biraz daha fazlaca yemeli. Bir adam oruçdan fayda görmek istiyorsa böyle yapmalı, yani orucun maddî kısmından. Bir de manevî faydası var orucun, o ayrı. Hakk Teâlâ'nın mükâfâtı var oruç tutanlara, o ayrı. Oruçdan maddî olarak fayda görmek isteyenler, bu şekilde yapmalı yani ateşde pişmemiş şeylerle iftar etmeli ve akşam iftarında hafif yemeli. Sonra sahur da da biraz fazlaca yemeli ve sahuru tehîr etmeli, yani imsak kesilesiye kadar.

Sofraya acıkmadan oturma, doymadan kalk. Ramazan diye yemeye içmeye yüklenip de karnını fazla şişirme sakın. Ramazanın zevkine varmak istiyorsan az ye. Yemeyi içmeyi azaltırsan hem maddî hem manevî sıhhate kavuşursun, hem bedenin rahat eder hem de rûhun.

Zinhâr âşikâre oruç yeme! Âşikâre oruç yemek, orucu tutmamakdan daha büyük günâhdır. Bir adam oruç tutmasa, karnını doyurup dışarı çıksa, fakat dışarda oruç yemese, Allah ile kendi arasındadır. Allah dilerse azâb eder, dilerse affeder. Orucu âşikâre yemek, tutmamakdan daha büyük günahdır.

Bazı zavallılar var, düşünceleri kıt, dar görüşlü kişiler, âşikâre oruç yiyorlar sonra da "Allah'ın bildiğini ben kuldan niye saklayayım" diyorlar. Allah'ın bildiğini sen kuldan saklamasan ne sen benim yüzüme bakabilirsin, ne ben senin yüzüne bakabilirim. Bereket versin Allah saklamış da kullar bilmiyor, onu da biz kullardan saklıyoruz, öylece gidiyor. Allah burada günahımızı örtdüğü gibi yarın yevm-i kıyâmetde de örtsün de rezîl etmesin bizi. "Tutmuyorum Allah beni affetsin" demek daha güzeldir. Böyle kendi kendine Allah'a karşı ebelik yapacağına, söz ebeliği, "Tutmuyorum Allah beni affetsin. Nefsimin mahkûmu oldum, tutamıyorum, sabredemiyorum, Allah affetsin" demek daha hayırlı. Noksanını söylemek daha güzel, daha güzel.

Bazı oruç tutmayan kardeşlerimiz var, oruç tutmuyorlar, fakat âşikâre yiyorlar. Bu hiç doğru değildir. Komşumuz bir hıristiyan olsa, yâhud lâ dînî olsa, yani dinsiz olsa, ölüsü olsa, insan insansa radyosunu açıp, onun mâtemine karşı şarkı dinleyemez. İnsansa ama. İnsan sûretinde hayvansa ona bir sözümüz yok tabii. Öyleyse bir mü'min oruçluyken, onun karşısında cigara içen bir adam, bir defa bırak günahını, âdâb-ı muâşeretden bî-haber bir kişidir. Yani terbiyesiz ma'nâsına gelir. Papa bile, papa bile!, hıristiyan âlemine ilan etmiş de, "Müslümanların orucuna riâyet ediniz, hürmetkâr olunuz" demiş. Onun için insan bir seferde olsun, veyâhud hasta da olsa, şerîat ona orucunu yemesine müsâade etse dahi, insan edeb bakımından bunu gizlemelidir, cemâat-i islâmiyyeye karşı, cemiyyet-i islâmiyyeye karşı.

Hele böyle âşikâre oruç sakın yeme! Bu dînî filan bir mesele değil, âdâb-ı muâşerete mugâyirdir. Bırak sen müslümanın karşısında oruç yemeyi, hıristiyan komşun olsa, onun da perhizi olsa, karşısında et kızartıp yeme, ayıpdır, ayıp! Komşun ölmüş, ölü var komşunda, cenâze var, o komşuyu sen hiç sevmiyorsun, senin düşmanın, sakın radyonu açıp radyoyu çalma, ayıpdır. Üç gün çalmaman lâzım gelir. İnsanlık iktizâsıdır. Edebdir bu.

Sonra bir de iftar tertîb ediniz, açları doyurunuz. Yarın yevm-i kıyâmetde Allah'a en karîb olan zât, sorgusuz cennete gidecek olan zât, fukarâyı doyurandır. Oruçluya iftar veren zât, oruçlunun orucu kadar sevâb alır. Yani oruç tutanın sevâbı ikiye bölünmez, bazısı yanlış anlıyor, niye orucumun sevâbını vereyim ona diye. Öyle değil. Allah o adama ne kadar sevâb verdiyse, doyurana da o kadar sevâb verir. Acabâ anlatabildim mi? Doyurmazsa gene aynı sevâbı alır o. Mü'min kardeşlerinizi iftara davet ediniz, onların kalblerini celb etmiş olursunuz ve hânelerinize rahmet yağar. Öyle insan var ki et yüzüne hasret. Kimisi kasapta eti görüyor, eti yiyemiyor, kimisi kasapta eti de göremiyor, gözleri yok çünkü. Allah belki sana yemeye mal vermedi ama, hiç olmazsa çiğnemeye diş verdi, ağız verdi. Öyle insan var ki malı mülkü var bir yudum su içemiyor. Allah'a şükret, hamdeyle ve Cenâb-ı Hakk'a secde et. 

"Ramazân'da dükkanı kapasam, ibâdete dalsam". Olmaz öyle şey! Dükkanını da açacaksın, terâzini de doğru tutacaksın, ibâdullaha hizmet edeceksin, orucunu da tutacaksın. Elin kârda olacak, kalbin yârda, Allah'da olacak. Allah'lı bir gönül, dürüst bir el, dürüst bir göz, dürüst bir dil, dürsüt bir kulak, dürüst bir kalb, özün sözün doğru olacak. Mü'min bu, Muhammedî bu, sallallahu aleyhi vesellem.

Kadir, 365 günden bir gündür. Aklı başında olan, hayâtının, ömrünün her gecesini Kadir bilir, Allah'a isyân etmez, günâh işlemez, ibâdet ve tâatda bulunur. Çünkü Kadir, Ramazân'ın içinde mi dışında mı, kimse bilmez.

Kadir senenin bir gecesindedir. Yaz mıdır, kış mıdır, güz müdür, Ramazân mıdır, Bayram mıdır bilmiyoruz. Aklı başında olan kimse, her geceyi, yani hayâtının her gecesini Kadir bilir.

Ramazan'dan sonra ibâdeti terk etmeyin!

Namazı sakın terketmeyin!

Beş vakit namazı kıl, sakın ihmâl etme!

Allah'a secde etmeyen kula secde eder.

Kulluk vazîfen bu farz, kurtaramazsın paçayı! "Ben secde etmiyorum". Sen Allah'a secde etmezsen, Allah seni kula secde ettirir sonra, kula secde edersin. Allah'a itâat etmezsen karına itâat edersin sonra, karını senin başına musallat eder. Kendi oğluna itâat edersin. Daha acısını söyleyeyim mi? Beslersin, büyütürsün, başına belâ eder sonra kendi evlâdını. Düşmanını belinde taşımışsındır. Kork Allah'dan!

Namaz kılmayanlara yazık! Cuma'ya gelmeniz bir nimet ama beş vakit namazı kılmayan mü'minlere çok üzülüyorum yani, söyleyeyim size. Yapmayın efendiler! Allah'ın namaza ihtiyâcı yok. Bu namaz mü'minlerin burağıdır, mü'minlerin mi'râcıdır, Resûlullah'ın göz nûrudur. Sakın hâ namazını terk etme! "Kalbim temiz, bilmem ne", bunların hepsi safsata ve şeytanın sana verdiği vesvesedir. Bazısı da, soruyoruz, diyor ki işte "İnşallah tekâüd olayım da sen benim müslümanlığımı gör". Yâhu elinde senedin mi var babacım sabaha çıkmaya, bırak böyle şeyleri. Hemen ibâdete sarılın! Hemen ibâdete sarılın mü'minler! Vallâhi hiç bir şey size fayda vermez, "yevme lâ yenfe'u mâlun velâ benûn", Ne evlâdlar, ne kasa, ne kese, ne rütbe sana fayda verir, kalb-i selîm ile Allah'a  gidersen kurtaracaksın. Kalb-i selîm demek, kalbini aşk-ı Muhammed'le dolduran, îmân ile tezyîn eyleyen. Çünkü Hazret-i Muhammed Mustafâ'yı her şeyden ziyâde sevmek, îmânın kemâlidir. Sallallahu aleyhi vesellem. O'ndan başka menfaatli yok, şefâatçi de O'dur, bitti o kadar.

Sakın namazı terketme!

Namaz kılmadığı halde lafa gelince "Ben bir emekli olayım, göreceksiniz câmiden çıkmayacağım" diyen kişi! Eğer yarın kıyâmet gününde Allah sana : "Ey kulum! Kullar sana 'Sen artık bize kulluk etmeye yaramazsın' diyerek başlarından attıkdan sonra mı bana kul olmaya karar verdin? derse ne cevap vereceksin?!"

Namaz kılmaz, "Niye kılmıyorsun?" diye sorunca, "Benim kalbim temiz, sen kılanlara bakma" der. Yâhu de ki, "Kılamıyorum, Allah beni affetsin", "Yâ Rabbi sen namazı bana kıldır, sevdir, tattır". "Niye kılmıyorsun?" diye soruyorsun, "Benim kalbim temiz, sen kılanlara bakma, onlar şöyle, onlar böyle" diyerek bir de mü'min kardeşleri hakkında sû-i zan ederek bir takım şeyler söylüyor. Öyle söyleyeceğimize, daha güzeli böyle, "Yâ Rabbi, kılamıyorum, yapamıyorum, bana namazı sevdir, bana namazı kıldır, tevfîkini refîk et" diye söylesene. "Kılanlara ne müjde. Kılanlar ne güzel kılıyor, ben yapamıyorum, niçin yapamıyorum. Yâ Rabbi ben kötü bir kul muyum ki beni huzûruna almıyorsun" de ve Allahu Teâlâ Hazretlerine yalvar, ağla, iste.

Namaz çok mühim! Aman kardeşler, sakın ha, bazı insanlara aldanmayınız. Onlar şeytana aldanmış kimselerdir. "Efendim, namazda ne varmış, kalbin dürüst olsun, bilmem ne olsun" filan, sakın ha böyle bir şey deme. Hem kalbin temiz olacak, hem dürüst olacak, hem namâzını kılacaksın. Bir adamın kalbi dürüst olsa, namaz kılmasa, nâkısdır o adam. Bir adam namaz kılsa, kalbi temiz olmasa, o da nâkısdır. Sen öyle yapma. Hem bedenini temiz tut, hem kalbini temiz tut. Hem namâzını kıl, hem kalbini temizle, temiz olsun. Sakın kendi kendini kandırma böyle. Mâdem ki Cenâb-ı Hakk'ın kullarıyız, Allah bizi kendisine ibâdet etmek için, kendisini bilmemiz için halk etdi. Bizim vazîfemiz Rabbü'l-âlemîn'e ibâdet ve tâatdır. Ve bu kadar emirler ve nehiyler de birbirimizin hak ve hukûkuna riâyetdir.

Efendiler! Size şaka gelmesin, amelden ilk sorulacak soru namazdandır, amelden. İtikâddan, Allah'a inanmak, Peygamber'e inanmakdır, kıyâmet gününe inanmakdır. Ama amelden yani oruç gibi, zekât gibi, hac gibi filan amellerden  evvelâ sorulacak olan namazdır. Unutmayın! Bu namazın cevâbını verirsek eğer, iş kolaylaşacak biraz, hafifleyecek. Öyle diyor Peygamberimiz. Verilmezse iş müşkül olur, müşkül olur.

Sen bakma bir takım şeytanlar zâhir olmuşlar, şeyh kıyâfetinde, hacı kıyâfetinde, hoca kıyâfetinde, öğretmen kıyâfetinde, "Namazda ne varmış öyle, namazda ne varmış, kalbin temiz olsun, kıçın semiz olsun". Göreceğiz onları biz orda, göreceğiz. "Vâkıa ben oruç tutmam, namaz kılmam ama kalbim temiz, kimseye bir fenâlığım yokdur". Bizim kedi senden daha iyi, hayırlı. Niye? Fare tutuyor. Sen fare de yakalamıyorsun. Kendi kendine senin iyiliğin ve rivâyetin senin.

Evladlarım, gençler, size söylüyorum, yavrular! Namazlarını mutlakâ kılınız. "Biz biraz daha yaşlanalım da" demeyin, hemen! Erkek çocuklarına on iki yaşında, kız çocuklarına dokuz yaşında namaz farz olur. Namaz bir ibâdetdir ki, zevkini burada anlatmaya imkân yokdur, ancak tadan bilir onu. Ama tembellik, kokmuşluk, bunlar bizi bu işden men eder. Başda İblis men eder, "sonra kılarsın canım, birazdan kılarsın, daha yaşın ne, biraz dünyadan hevesini al" der. Bir de bakarsın ki bir gün kalırsın meyhânede, şişenin başına devrilirsin oraya. Allah muhâfaza buyursun.

Namaz kılarsan intizâma gireceksin. Sonra zevkine doyamayacaksın. İntizamlı, programlı hayât süreceksin. Güneş doğmadan kalkacaksın. Seher vaktinde Allah perdeyi kaldırıyor, seyret bak. Öyle bir perde ki, şarkdan garba kadar. Siyah perde kalkıyor. İste o vakit Allah'dan. Seher vakti bir el açılır da Allah'a, o el Allah'dan boş döner mi! Niye kaybediyorsun bunu? Ömrün geldi geçdi, saçına sakalına ak düşdü. Belin büküldü, hâlâ dominoda, iskambildesin. Bırak bunları, böyle şeyleri. Çocukluğu bırak artık, yeter!

Bir adamın namazı kazâya kalsa, ağlaması lâzım. Neye biliyor musun? "Ne kusûr etdim de, Allah beni huzûruna almadı, namaz kazâya kaldı" diye. Bir kusûr etdin ki seni Hakk huzûruna almadı, namazın kazâya kaldı senin. Erbâb-ı mükâşefe, bize gayb olup onlara gayb olmayanlar, böyle söylüyorlar. Bize gayb, bir de gayb olmayanlar var, onlar böyle söylüyorlar.

Namazını hakkıyla kıl zîrâ gafletle kılınan namazlar kişiye ancak hasret ve nedâmet getirir!

Ne vakit namazda zevke ereceksin yani namaz kıldığın vakit zevkleneceksin, o vakit bil ki îmânın kemâle erdi, rüşd sâhibi oldun demekdir. Namazları sıkıntıyla kılıyorsan bil ki kalbinde hastalık var, rahatsızlık var, maraz-ı nefse mübtelâsın. Ne vakit namazdan zevk almaya başlayacaksın ve "iyyâke na'büdü ve iyyâke neste'înu" ile kime hitâb edildiğini ve hitâb edilen zât-ı âlî-kadrin zât-ı ulûhiyyetinin sana verdiği cevâbı duyduğun vakit, namaz senin mi'râcın olacakdır. Makamdan münezzeh olan Hazret-i Allah, nasıl ki mi'râcda peygamberini o yüce makâma çıkarıp, kendi zât-ı ulûhiyyetine âit âyetleri ona gösterdi, müşâhede ettirdi. Resûlün mi'râcı böyle oldu, senin de mi'râcın namazdır.

Namazı sakın boşlamayın! Kıymet vermemezlik yapmayın! Kılanlara da söylüyorum kılmayanlara da söylüyorum. Kılanlara söylüyorum, namazın üzerinde ehemmiyetle durun diyorum. Kılmayanlara söylüyorum, namaza teşvîk ediyorum, namazı kılmalarını söylüyorum. Üstelik ben söylemiyorum Allah söylüyor. Namaz, Kur`ân'ın seksen üç yerinde "ikâme etmek" fiiliyle zikredilmişdir. "Akîmû's-salâte" demek, "namazı ehemmiyet vererek kılınız, rükû'una, kıyâmına, sücûduna, tesbîhine, takdîsine dikkat ediniz" demekdir. Mekândan münezzeh olan Allah, namazda sana tecellî etmekdedir. Bunu gör, bunu anla, bunu duy, bunu tat!

Sakın "Benim kalbim temiz" deyip namaza boşverme. Namazını kılanlar muhakkak dînlerini yapdılar, namazı terkedenler muhakkak dînlerini yıkdılar. Namazı terk eyleyen fâsık olur, namazı inkâr eden dînden dışarı çıkar. 

Bazı ahmaklar da, "Allah'ın bildiğini ben kuldan niye saklayayım?" diye kendi kendilerine bâtıl bir mantıkla böyle bir kıyas yaparlar. A kardeşim! Allah'ın bildiğini kullardan saklamasaydık, ne ben çıkar burda sana karşı konuşabilirdim, ne de sen benim karşıma gelip beni dinleyebilirdin. Daha açığını söyleyeyim ben sana. Allah'ın bildiğini kuldan saklamıyorsan çıkar pantolonunu, donunu, sokakda dolaş. Çünkü Allah biliyor, görüyor. Bunlar bâtıl olan şeylerdir, bâtıl kıyaslardır.

Dünyâ malı için namazı terk ediyoruz, namaza gelemiyoruz. Malları topluyoruz, kazancımızı cem ediyoruz. Topladığımız mallar, sevgili Rabbimiz yoluna sarfedilmezse mutlakâ sevmediklerimize kalacakdır. Topladığımız malları onlar yiyecekler, hesâbı ise bizden sorulacakdır. Üç kuruş için beş kuruş için namazı terkediyorsun! Sakın hâ öyle bir şey yapma! Zâten kalbinde Hazret-i Muhammed'in muhabbeti olan kişi namazı terkedemez. Buna imkân yokdur. Kişi sevdiğini kıramaz. Çünkü namaz, Resûlullah'ın gözü nûrudur. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem "Es-salâh kurratu aynî/Benim gözümün nûru namazdır" buyurmuşlardır.

 

Bir vakit namâzın bile kazâya kalsa, "Acabâ ben ne gibi bir günâh işledim de Allah beni huzûruna kabûl etmedi?" diye düşün ve ağla!

Kazâya kalan namazlarını mutlakâ ikmâl eyle!

Kazâya kalan namazlarınızı hesaplayınız ve ikmâl ediniz. Sakın âhirete namaz borcuyla gitmeyiniz.

 

Neden câmiye, namaza gelmiyorsun? Cami bedava, abdest bedava, imam bedava, müezzin bedava!

Ey mü'min! namazı ihmâl etme sakın hâ! "Emekli olacağım inşaallah istikbâlde başlarım" deme sakın! Hemen tövbe-istiğfâr et ve ibâdete başla. 

Tövbe istiğfar et, Hakk'a kulluk eyle. Aklı başında olanlar hemen Cenâb-ı Hakk'a ibâdete başlarlar. Fazla lafa lüzûm yok. Hemen ibâdet ve tâata. Kötülükleri terk eyle. Allah'ın affetmeyeceği hiç bir günah yokdur. "kul yâ 'ibâdiyellezîne esrafû 'alâ enfüsihim lâ taknatû min rahmetillah, innallahe yağfiru'z-zünûbe cemî'a, innehû hüve'l-gafûru'r-rahîm". Ey nefsilerini isrâf edenler! Rahmetimden ümîd kesmeyiniz, ben günahları affederim, hepsini affederim. Allah şirkden gayrı günahı dilerse affeder. Ama kul Allah'a rücû' etmelidir. Onun için iki cihân serveri, ins ü cin peygamberi, sebeb-i hilkat-i âlem olan Muhammed Mustafâ, sallallahu aleyhi vesellem, bir hadîs-i şerîflerinde, "Et-tâibü mine'z-zenbih ke men lâ zenbe leh, günahından tövbe eden günahı etmemiş gibidir" diyor Peygamberimiz. Hemen tövbe istiğfar edip ibâdete başlayalım. Ha bugün, ha yarın diye vaktini geçirme, sonra birdenbire yatağa yatarsın tövbe kapın kapanabilir, tövbesiz olarak.

Tövbeye devam! Ne müşkülün varsa tövbeye devam. Ama duyarak tövbe et. Vücûdunun her zerresi tövbeyi duysun. Ey delikanlı! Ey genç kardeş! Evlâdım! İbâdete koş, tâata koş, suçlardan, kötülüklerden sıyrıl, süflî işlerle uğraşma, süflî zevkleri terk et, ulvî zevklere bak, ulvî zevklere. Ulvî zevkler, Allah'la sohbetdir namaz, "iyyâke na'büdü ve iyyâke neste'în" diyorsun. Ne işin var süflî şeylerde. Onların hepsinin altında âh u vâh vardır. Dünyâda olmazsa âhiretde vardır. Dünyâda da vardır âh u vâh. Kimin kapısını çalarsan, senin de kapını çalarlar. Unutma bunu sakın ha!

Tövbe! Tövbeye devam! Tövbe istiğfar, tövbe istiğfar. Duyarak ve terk ederek, hakîkaten terk ederek. Ve Cenâb-ı Hakk'a, "Yâ Rabbi nefsime hâkim olamıyorum, bana yardımcı ol" diye Allah'a yalvar, Allah'dan iste. O her şeye Kâdir u Kayyûm'dur. O'nun rızâsı olmayınca, O'nun irâdesi, bir yaprak dahi oynamaz yerinden. Sen câmiye kendin mi geldin zannediyorsun? Seni getirdiler buraya. Gelmeyen de gelmiyor mu zannediyorsun? Sokmuyorlar içeriye. Bunu da kafana böyle koy. "Efendim irâdesi mirâdesi yok mu?". Canım ben kabûl ediyorum irâdeyi. İrâdeyi ben de kabûl ediyorum. Bildiğin gibi değil o, hâdisâtın görünüşü başka, alt tarafı başka. Yani durgun suya sopayı sokduğun vakitde sopa kırık görülür. Sopa mı kırıkdır? Senin rü'yetin bozukdur. O ayrı iş, bildiğin gibi değil.

Eğer aklın başındaysa, bu akıl da akl-ı maâd ise, sana düşünme nimeti verildiyse, gözüne ibret nimeti konulduysa, bu kelâmdan ibret alırsın. Hemen kulluk kemerini beline kuşanırsın. Günahlarına tövbe edersin. Hemen Allah yoluna başını koyarsın. Öyle bir hâle gelirsin ki, öyle bir hâl sana tavsiye ederim ki, yola giden kimse yükünü hazırlamış, trenin kalkmasını yâhud vapurun kalkmasını beklediği gibi tabutunun kalkmasını bekler. Ansızın bir gün "Gel!" diyecekler. "Dön!" dedi mi, hemen dönersin geriye. İster pâdişah, ister paşa, ister kral, ister ordulara, ister dünyâya ve ukbâya mâlik ol.

Resûlullah buyurdu, "accilû bi's-salâti kable'l-fevt". Aman! Aman namaz kazâya kalmadan namazı kıl. Namaz kazâya kalmadan namazı kıl. "Accilû", acele et, ta'cîl et, ta'cîl et. Tövbeyi ta'cîl et. Namazın vakti çok çabuk geçici olduğu gibi, ömür de çok çabuk geçicidir. "Accilû bi't-tevbeti kable'l-mevt", ölmeden tövbe et. Çünkü ömür çok acele gelip geçicidir. Ha bugün ha yarın derken birgün ansızın göğsüne otururlar.

Hemen tövbe istiğfâr! Hemen Allah'a kulluk! Gencim, memurum, âmirim demeyeceksin. "Efendim, gündüz işimiz var", akşama kılarsın. Sakın fevt etme! Memur musun, işçi misin? Elin işde, gönlün yârda olsun. Dilin Allah'ı zikretsin, bir tarafdan elin iş yapsın. Allah sevgisini, Allah korkusunu kalbden çıkarma ve hazır dur! O gelici, o gelici, yani âşık ile maşûku birleştirici, yâhud insanları hasret ateşine yakıcı olan o gelici var ya, ona melekü'l-mevt derler, ne vakit geleceği ma'lûm değildir. Onun için Allah'dan kork, ölüm günü için, yarınki gün için ne hazırladın, onu da göz önüne getir bakalım şimdi.

Amân kardeşim! Amân kardeşim! Hazır ol! Bak ne kadar söylüyorum, hazır ol. Bir yere gitmek üzere bulunuyorsun, ne vakit gideceğin malûm değil, meçhûl. "Gel" dediler mi, "ircıî, dön!", yallah! Bu kadar. İş bu kadar, bitdi. Ondan sonra ağlamak, sızlamak, saç sakal yolmak, elleri ısırmak fayda vermez. Kur`ân söylüyor aynen söylediklerimi. Ben size manâsını söylüyorum. "yevme ye'addü'z-zâlimu 'alâ yedeyhi", zâlim ellerini ısırır, "eyvah ben ne yapdım!" diye. Faydası yok. O rûh kuşu kafesden uçmadan, rûh senin cesedini terk etmeden, rûh makâm-ı ulyâya gitmeden, cesedin toprak altına girmeden, elin tutarken, dilin söylerken Allah de! Kalb sendeyken, kalbe sen sâhibken, kalbini Allah aşkıyla, Muhammed sevgisiyle doldur ve tezyîn eyle. Çalış, kazan, helâlından ye, yedir ama Allah'ın hudûdunu aşma. Allah ne dedi, Resûl-i Ekrem nasıl yapdı, öyle yapmaya çalış.

Eyvah eyvah eyvah eyvah! Eyvah eyvah eyvah eyvah! Eyvah eyvah eyvah eyvah! Hiç düşündün mü bir gece, karanlık bir yatağa girdiğin vakitde, seni tek başına kabre koyacaklar, hiç kimse seninle berâber yatmayacak, orada kabrin içerisinde, amelinle başbaşa kalacaksın. Düşündün mü hiç? Ya götürdüğün ameller yılan olacak, ateş olacak, ya cennet nimetlerinden, cennet çiçeklerinden çiçek olacak. Düşündün mü bunu hiç? Tek başına kalacaksın! En sevgili dostların seni oraya koyacak, sevâb diye toprak atacaklar senin üstüne, gözlerine toprak dolduracaklar.  Doymayan gözümüzü toprakla dolduracaklar yani. Kanmayan ağzımızı toprakla dolduracaklar. Düşündün mü bunu hiç! Hepimizin başına gelecek bu. "Ben gencim, ben kuvvetliyim, pehlivanım". Nice pehlivanlar öyle gitdi. Hiç! Neler geldi geçdi. Neler gelecek daha geçecek. Onun için hemen istiğfâr ve Cenâb-ı Hakk'a yönelmek, tövbe, Allah'a rücû, ibâdet, tâat, isyândan kaçmak, ucubdan, kibirden kurtulmak, ibâdetini ihlâsa erdirmek, kalbini safâya erdirmeye çalış, gayret et.

Bir çok adam kendine kabir hazırlar, kendini kabre hazırlamaz. Kendine kabir hazırlar, halbuki kendini kabre hazırlaması lâzımdır. Kıyâmeti sorar ama kıyâmet için bir şey hazırlamamışdır. Kıyâmeti sorup ne yapacaksın? Kıyâmet olacakdır. Bu binâ yapıldı, yıkılacak. Buraya toplandık, dağılacağız. Doğdun, öleceksin. Ölüm bir nehir, o nehirden içmedik olmaz. Kefen bir libâs, o libâsı giymedik olmaz. Tabut bir binek, o bineğe binmedik olmaz. Kabir bir kapı, oradan girmedik olmaz. Ne hazırladın ama? Ölümü biliyorsun ama ne hazırladın ölüm için?

Bütün cihân senin olsa, bir gün senin elinden bu çıkacak. Bunu hiç kimse inkâr edemez. Allah'ı inkâr edenler, bunu inkâr edemezler. On sekiz tâne diploman, yüz seksen tâne icâzetnâmen elinde olsa, bunun da sana hiç bir faydası olmayacakdır. Kısa bir yol için, iki kıta arasındaki köprüden geçinceye kadar bu sana lâzımdır. Birisi âhiret kıtası, birisi dünyâ kıtası. Dünyâ kıtası köprü gibidir. Diplomalar, icâzetnâmeler, kabrin hâricindedir, altına hiç bir faydası yokdur. Sakın hâ, bunları olma, okuma demedik! Sözümü ters anlama sakın. Bu fânî hayâtı da o kadar güzel bir süsle ki, îmân ile, Kur`ân ile, alın açıklığıyla, nâmûsun ile, şerefin ile, şânın ile öyle süsle ki, sen öldüğün vakitde halk sana ağlasın. Ölüm sana gülerek gelsin ama halk senin arkandan ağlasınlar. Halka yalancı şâhidlik yapdırma musallâ taşında. İmâm, yevmiyeyi çıkaracağım diye süsler ölüyü, ölünün kıymetini artırır filan. Mangırı fazla alsın diye. Çünkü keçi can kaygusundadır, kasap et kaygusunda. Halbuki tabutun içindeki meyyit, kıvrım kıvrım kıvranır, inim inim inler. Kürsüye çıkan bir vâiz gibidir. Seslenir, bağırır, çağırır, ağlar. "Ey namazına gelenler!". Namaz gelip de ayakda duranlara değil. Onlara da seslenir ama onlar hiç duymazlar. Namazlılar da duymuyorlar. Eğer namazlılar duysaydı, hiç bir daha gülmezlerdi, hiç namazdan ayrılmazlardı. "Ey namazına gelenler! Beni âhiret yolculuğuna çıkarmak için teşyi edenler! Beni görün, benden ibret alın! Ben sizlere ibret oldum, benden ibret almazsanız, siz başkalarına ibret olursunuz" der. Meyyit kürsüde vaaz eder, musallâ üzerinde. Anlayana! Doktor seslenir, doktorsa eğer, "Derdlere devâ bulurken, kendi derdime devâ bulamadım". Hiç kimseye bâkî kalmaz velhâsıl. Ne Süleyman'a kalmış, kuşlarla konuşan, cinnilere, rüzgara emreden, ne Süleyman'a kalmış, Kânûnî Sultan Süleyman manâsına konuşmadım, Süleyman Nebî'den bahsetdim, ne İskender-i Kebîr'e kalmış, ne Şeddâd'a kalmış, ne Hitler'e kalmış. 

Yakın bir zamanda amel sandığına gireceğiz. İyi dinleyin! Yalan değil, böyle olacak! Pâdişahı, paşası, kralı, hacısı, hocası, şeyhi, gedâsı, beyi, hepsi bununla karşılaşacak. İlk soru Hazret-i Muhammed hakkındadır. Gösterecekler, "Bu zât hakkındaki malûmâtın nedir?" diye. Söylediğim yer Müslim'den söylüyorum, Müslim kitâbından. Kur`ân'dan sonra en mühim kitâblarımızdan iki tânesi, sahîhayn, Buhârî ve Müslim vardır, Müslim'den söylüyorum. "Bu zât hakkındaki malûmâtın nedir?" diyecekler. Mü'minler görür görmez, "Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah, bizim sevgilimiz, Allah'ın sevgilisi Muhammed Mustafâ" diyecekler. Münâfıklar diyecek ki, "Müslümanlar ona peygamber derdi, biz onu tanımıyoruz" diyecekler. O vakit azâba giriftâr olacaklar. Mü'minler saâdete erişecek, münâfıkların, kâfirlerin yolu sapacakdır, nâra doğru.

Allah'ın en büyük nimeti de, Resûl aleyhi's-salâtü ve's-selâmdır. Hazret-i Muhammed'den daha büyük bir nimet olamaz kâinâtda. Onun için Cenâb-ı Hakk Sûre-i Tekâsür'ün nihâyetinde, "Ben size her hâlde nimetlerimden soracağım" diyor. Bunun manâsı, Resûlullah'dan soracakdır Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri. Hattâ, şunu iyi biliniz ve gönül defterine kaydediniz ki yakın zamanda bununla karşılaşacaksınız. Bu söylediğim söz ile karşılaşacaksınız. Yani kabre girdiğimiz vakitde ilk soru Resûlullah'dan olacakdır. O gelen melâike ki Cenâb-ı Hakk'ın resûlleridir, ona münkereyn denir, o şu soruyu soracak bizlere, "Rabbiniz kim? Peygamberiniz kim? Şu zât hakkındaki malûmâtınız nedir?" diyecek. Mü'minler, âşık-ı sâdık olanlar, lisânları tutulmayarak, çeneleri kilitlenmeyerek, "Rabbimiz Allah Celle Celâluhû Hazretleri, Peygamberimiz Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm ve rahmeten-lil-âlemîn olarak gönderilen peygamberdir ki, bütün peygamberlerin seyyididir, bu âlemin sebebidir, âdemoğullarının mefharıdır, O'na itâat Allah'a itâat, O'na muhabbet Allah'a muhabbetdir" dediği vakitde, diyecek ki melek, "Senin bunun cevâbını vereceğini biz biliyorduk, fakat sünnetullah böyle cereyân etmişdir, istirahat et, rahat et" diyecekler. Burada iki ma'nâ var, "Bu zât hakkında" derken, bir, Resûlullah Efendimizin eşkâlini gösterecekler. Veyâhud âşık-ı sâdık isen bi zâtihî Peygamber'i göreceksin. Yani ilk soru o. Yani âhiret pasaportunda, âhiret pasaportu ki, îmân kağıdı, onun üzerinde Resûlullah'ın imzâsı varsa, benim ümmetim diye, işin kolay ve sehildir, teshîl edilmişdir. Kabrin cennet bahçelerinden bir bahçe olur. Ve hûri ve vildân ve gılmân sana hizmetde ve enîs olurlar. Kâfirler bilmeyecekler, münâfıklar ise, "Müslümanlar ona peygamber derlerdi" diyecekler bu şekilde, sonra onların kabirleri ateşle doldurulacakdır. Haberlerde böyle vârid olmuş, muhbir-i sâdık olan yani haberlerinde sâdık olan Hazret-i Muhammed böyle haber vermişdir, sallallahu aleyhi vesellem.

Efendiler! Bunu hikâye diye dinlemeyin, yakın zamanda kabre gireceğiz, melek gelip bize soru soracak. Lisânını zikrullaha alışdırmadın ise, gönlünde hubb-i Muhammed yok ise, hubb-i ehl-i beyt-i Resûlillah, evliyâullaha muhabbetin yoksa, dilin tutulacak, çenen kilitlenecekdir, haber vereyim sana. Allâme ol istersen, kamyonlar dolusu kitâb oku. İlle kalbinde bir muhabbet tohumu olması şartdır. Allah'ı seveceksin, Hakk seni sevecek. Resûlullah'ı seveceksin, Resûlullah seni sevecek.

Her imtihanın suâlleri gizlidir, kabir suâlleri âşikârdır, cevâbını buradan hazırla. Her imtihan suâli gizli, mahşer günündeki suâller güneş gibi âşikârdır. "Gençliğini nerede yıpratdın? Bedenini nerede kocaltdın? Kazandığın malı nereden kazanıp nereye sarf eyledin? İştdiğin ilimle ne amel etdin? Soracaklar bunları, cevâblarını hazırlayınız. Bir ayak bir tarafdan bir tarafa gidemez, bu suâllere cevâb vermeyince.

Vasiyetin başının altında olsun. Ecel ne vakit gelecek bilmiyoruz. Bir kerre, "Dön!" dedi mi, tamam. Vasiyetin başının altında olacak. Gençliğine, makâmına, hiç bir şeyine güvenme. O bir pehlivandır ki, nice pehlivanın sırtını tuşa getirmişdir, nice pâdişahların, nice ilâhım diyenlerin. Yani Nemrudların, Firavunların, onların emsâllerinin sırtlarını yere getirmişdir. O meşhûr bir kahraman vardır, bir kahraman! Yalnız âşıklara müjdecidir, âşık ile maşûku kavuşdurur. Çünkü mü'minlere, Muhammedîlere, ehl-i muhabbete ölüm bâbında vuslat-ı cemâl vardır. Kâfire zevâl vardır. Mü'mine vuslat var. Âşık ile maşûku birleşdirir. Elhamdülillah. Fakat küffâr-ı hâkisâr öyle değil. Elbet ki öyle olmayacak.

Tövbe istiğfâr et, dâimâ hazırlıklı ol. Yolcu adam, ne vakit gideceği malûm olmayan bir adam, tayyâre meydanında, yâhud tren istasyonunda, bir misâl veriyorum sana, aynen böyle, hiç bir farkı yok, tayyâre yâhud tren ne vakit kalkacak bilmiyoruz, yolucuyuz da oraya gitmişiz, bekliyoruz böyle. Bir tarafa ayrılmayız, değil mi? Haydi dediler mi bineceğiz. Ecel aynı bunun gibidir. Hazır dur. Haydi dediler mi eyvallah, bismillahi allahuekber, yallah, tamam.

Haberin yok mu hâlâ? Saçına sakalına beyaz düşdü, ölüm elçileri sana geldi, ölümün habercileri, sen hiç farkında bile değilsin. Hâlâ günah işliyorsun. Hâlâ ibâdet ve tâatdan berîsin. Haberin yok abdestden, namazdan, gusülden, hacdan, salât ü selâmdan filan. Hiç! Hiç! Azîzim bir yolcu, gelecek olan vâsıtanın ne vakit geleceğini bilmediğinden dolayı dâimâ eşyâsını hazır tutup beklemesi lâzımdır. Niye? Vâsıta gelecek, hemen binmesi lâzım. Bilmiyor ne vakit geleceğini de. Aynı hayatda böyle olunuz. Malınızı, mülkünüzü, her şeyinizi toplayınız, akşam da vasiyetinizi başınızın altına yazınız. Çünkü o gelici olan vâsıta bir gün ansızın gelecek sana. Ne vakit geleceği malûm değil. Hemen hazır ol, yürü. Çünkü yol oğlusun, gurbetdesin, vuslata gideceksin, eğer gidebilirsen.

"Efendim, benim haberim yok". Gençlere söylüyorum şimdi, hitâb ediyorum. "Benim saçımda sakalımda beyaz yok, bana haber gelmedi". Nasıl gelmedi? Hani deden? Hani komşuların? Hani her gün ölenler? Onlar sana haberci işte. O yolculuğu haber veriyor. Duyana! Görene! Köre ne! Duyana! Sağıra ne! Ben hakîkati işitmekden bahsetdim, dünyâ kelâmından değil.

Doğan çocuğa ne yaparlar? Sağ kulağına ezân okurlar. Sol kulağına ne yaparlar? Kâmet ederler. Bunun namazı ne vakitdir? Cenâze namazıdır Manâsı şu. Ezan okundu, kâmet getirildi, namaz hemen kılınmıyor mu, işte o kadar kısa dünyâ hayâtı, onu gösteriyor. Ezânı okundu sağ kulağına, sol kulağına da kâmet edildi, hemen namazın kılınacak senin işte, musallâ taşında. Bitdi o kadar.

Dünyâ âhiretin tarlasıdır. Miftâh-ı cennet buradan satın alınır. Yani miftâh-ı cennete buradan sâhib olunur, cehennemin derekâtına da gene buradan sâhib olunur. Ne cehennemde ateş, ne cennetde nimet vardır, buradan onlara sâhib olacaksın. Tefekkür et, düşün, bak ne konuşuyorum. Herkes ateşini burdan getirir nâra, cehenneme. Bir yumurta çalanla, beş milyon çalan da aynı ateşe girerse, o vakit adâlet-i ilâhî nerde kalır? Bir yumurta çalan bir yumurta ateşiyle yanar, beş milyon çalan da beş milyonluk ateşle yanar. 

Cennetin miftâhına, buradan sâhib olunur. Cehennemin de miftâhına buradan sâhib olur insan yani dünyadan. Burası tarladır. Burdan göz yumuldu mu bir daha ne ibâdet ne tâat, ne de pişmanlık fayda verir. Her yapan burda yapdığını berâberinde götürür. Sen tabutun altına giriyorsun, tabutun içinde ne gitdiğinin farkında değilsin. Ne götürüyorsun kabre? "Meyyiti götürüyoruz". Meyyitle berâber ne gidiyor biliyor musun? Ya yapdığı a'mâl-i sâliha, ya a'mâl-i kabîha. Gençlerimiz var. Ya çirkin işleri, ya güzel işleri var tabutun içerisinde. Sen tabutu boş görme öyle, çok ağır. Bazı kimselerin belini büküyor ağırlığı. Dağlar kaldıramazken bu ağır yükü, sen omuzuna atıp getiriyorsun içeri doğru. Allah sonumuzu, âkıbetimizi hayr eyleye.

Gitdiğiniz vakitde, yani bizim cesedimizi de kabre koydukları vakitde, ya güller ve sünbüller ve reyhanlarla kabir bezenir, ya cennet bahçesinden bir bahçe olur, veyâhud cehennem çukurundan bir çukur olur. Bizden evvel götürüp akrebini, yılanını atarlar oraya. Yılanını, akrebini, ateşini sen buradan götürürsün. Orada yılan, çıyan, akrep yok, buradan götürüyorsun ne götüreceksen. Cennetin miftâhı da buradan götürülür, cennetin derecâtı da, hûrilerin, gılmanların, vildanların bahâsı da buradan verilir. "Ed-dünyâ mezrûatü'l-âhire"dir yani dünyâ âhiretin tarlasıdır.

Hemen eteğini beline sok, gayret kemerini beline bağla, hemen Rabbü'l-âlemîn'in huzûruna dur, ibâdet tâata başla. Hemen serîu'z-zevâl ömür, gelip geçicidir. Çocukluk, gençlik, dinçlik derken, bir de bakıyorsun ki daha ihtiyarlığa varmadan, yol kabristana düşüyor. "Filanca nerede?". "Sizlere ömür oldu" diyor. "Allah Allah diri adamdı, akşam gördüm ben onu". Gördün ama ne yapalım, sabahleyin bir pehlivana uğradı ki, o pehlivanın sırtını kimse tuşa getiremez. O kimi tutarsa, pâdişah, paşa, zâlim, hâin, kim olursa olsun, sırtını tuşa getirir. Ona melekü'l-mevt derler.

Onu hakâretle yâd etme, "Azrâil gibi adam" deme. En sonunda onunla karşılaşacaksın. Azrâil aleyhisselâm de. Nasıl olursan öyle tecellî eder. Ya gülerek gelir, sana bir gül koklatır, "Bunu sana Cenâb-ı Hakk cennetinden gönderdi" der, koklarsın, bir de bakarsın ki, rûhunu teslîm etmişsin.

Rütbeler, kasalar hepsi bırakılacak, beyaz bir kefin, ne filanca pâdişahın niyetine, ne filanca hacının, hocanın niyetine, er kişi, hâtun kişi denecekdir. Er olabilirsen ne mutlu sana! Er, er, erkek olursan yani. Erkeklik, uzuvla değildir. Erkeklik, uzuvla değildir. Şerî'at, uzuvla ayırır fakat aslında, ma'nâda uzuvla değildir erkeklik. Seni Allah'ın zikrinden hiç bir şey men' etmiyorsa, sen erkeksin. Malın, mülkün, kasan, kesen, paran, seni Allah'ın zikrinden men' etmedi mi, erkeksin. Bunlardan biri seni men' ediyorsa, erkek değilsin, her ne kadar sakalın göbeğine kadar olsa, alnın da secdede çürüse, erkek değilsin.

Bir kimse iki şeyi unutursa o kimseden ne dünyâda ne âhiretde hayır gelir. Bunun birisi Allah'ı unutmak, ikincisi ölümü unutmakdır. Bir kimse ölümü ve Hakk'ı unutdu mu o kimse "ülâike kel en'âmü belhüm edall", yemede ve içmede ve yaşamada insanlar gibi olsa da hakîkatde hayvanlardan daha ednâ ve eşnâdır buyuruluyor.

Onun için insanların en kerîmi, en yücesini gene Allah tayîn ediyor, "inne ekremeküm indallahi etkâküm", Allah indinde en kerîminiz en yüceniz, en yükseğiniz, en yüksek mevkiyi ihrâz eden, zât cennetine gidenler, Allah'dan korkanlardır buyuruyor Hazret-i Allah Celle Celâluhû Hazretleri. 

Her husûsâtında Allah seni hesâba çekmeden sen kendini hesâba çekerek kıyâmet gününe hazırlan. O hâlde dur ki, yola gideceği vakti bilmeyen, fakat he ân yola gitmeğe hâzır olan bir kimse ne durumdaysa, o durumda bulun. Çünkü bir kerre "Dön!" emri verildi mi, ne te'hîr olunur ne de ta'cîl. Yani ne evvele alınır ne sona bırakılır, hemen derhal yolcu olursun. Ve kimin ne olacağı, ne vakit olacağı, nerede olacağı, nerede öleceği, nerede olacağı meçhûl, Allahça malûmdur. Meğer ki Hakk Teâlâ kullarından sevdiklerine ölümünün vaktini bildire. Bilenler var. Tabii gaybı Allah'dan başka kimse bilmez, Allah bazı kullarına bazı esrârı fâş etmiş, açmışdır. Bilen söylemez, söyleyen bilmez.

Efendiler! Akşam yatarken gündüz yapdıklarınızı bir nazar-ı i'tibâra alınız, Allah sizi hesâba çekmeden siz kendi nefslerinizi hesâba çekiniz. Ne yapdın hayırdan ve şerden? Kimi kırdın, kimi incitdin? Allah için ne yapabildin o gün için? Mutlakâ kendine bir soru sor ve tefekkür et. Sonra istiğfâr et. Yatarken, "Yâ Rabbi, inşâallah kalkarım ama kalksam da kalkmasam da "eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh" diyerek yat. Tövbe istiğfâr et. Çünkü bir nefesde Allah'a iki şükür vermek lâzım, birinde şükür ediyoruz, birinde veremiyoruz şükrü. Ecel bize gözümüzü açıp kapayıncaya kadardan yani lemhi'l-basardan daha yakın ecelimiz. Onun için dâimâ her gün her gün böyle, Hakk Teâlâ'ya hemen yaklaşmaya çalış. İhmâl etme tövbeyi, ibâdet ve tâatı. "Sonra ibâdet ederim, tekâüd olayım inşallah öyle başlarım" deme! Hemen kulluğa başla. Şu sözü unutma. Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a ibâdet eyle. Yapamazsın ya. Her ân Allah'a muhtâcız. Şu alnını, cebînini toprağa vur. Ve dağlardan yüce gördüğün burnun da toprağa vurulsun Allah önünde. Hiç olduğunu, bir menîden halk olunduğunu hatırla. Ama hâmil olduğun esrârı da unutma sakın hâ! Hâmil olduğun esrâr-ı ilâhiyye var, bir defîne var yani, onu unutma! O defînenin başı da, Hazret-i Muhammed'e ümmet olmandır.

Rûh çıkdı mı, en sevgili ahbâbın, yârânın, kardeşin, karın, sevgilin, filan, bir gün iki gün ağlıyorlar filan, sonra "Çıkaralım, evin içerisi kokacak" diyorlar. Hattâ seni götürüp gömdükden sonra, senin öldüğün odaya girmezler, korkudan, gelecek diye. Gelmez halbuki. Bazıları çok büyük para bırakır, üzerine büyük büyük taşlar koyarlar ki çıkmasın bir daha altından diye. Milyonlar sarf ederler, altından bir daha çıkmasın diye. Çünkü kalkarsa malı alacak.

Hani biliyorsun ya, olmuş hâdisât, Sultan Mahmud-i Evvel yani  ona Kambur Mahmud derler târihde, gömmüşler, türbesi Vakıf Hanının karşısında, pâdişah dirilmiş mezarda. Meşhûr. Dirilmiş pâdişah, dirilince türbedar koşmuş saraya haber vermeye. Tabii yerine pâdişah olan, türbedârı içeri bir almışlar, bir daha çıkmamış türbedar, gitmiş o da. Sultan da orada ölmüş içerde. Neden? Çünkü o çıkarsa, yeniden tahta oturması lâzım gelecek. Hiç herif tahtını verir mi ona. Onun için çok para bırakırsan, üzerine büyük taşlar koyarlar, çıkmasın diye, elimizden parayı tekrar alır diye.

Beş kuruş dünyâ için gece uykularını terk ediyorsun. Onu da, kazandığın parayı, ya yersin ya yiyemezsin, sevmediklerine kalır. Bunun için gece uykunu terk ediyorsun. Ebedî hayâtın için bir gece terk etmeyecek misin uykuyu? Haydi kazandın doldurdun, bankalara yerleştirdin, kasem ederim ki sevmediğine kalacak. Âdetullah böyle çünkü, böyle cereyân ediyor, sevmediklerine kalır. Çocuklarına kalsa da seni hayırla yâd ederlerse, biraz durur mîrâs. Biraz durur, hayırla yâd ederlerse. Hayırla yâd etmeyip safahata giderlerse, bir anda mahv olup gider. Nice böyle ocaklar, hâneler sönmüşdür. Bir adamın gönlü Allah'ın sevgisindeyse eğer, bunları düşünmesi lâzım gelir. 

Makâmına güvenme, bir âriyetdir, gelip geçicidir. Aklına da güvenme, o da âriyetdir. Vücûduna da güvenme, âriyetdir. Ne yapdın şimdiye kadar? Kıyâmet günü için ne hazırladın? Soruyorum sana. Günâhın mı, sevâbın mı çok? Vallâhi, billâhi Allah cümle a'zâyı senin aleyhine şehâdet etdirecekdir. Kolların, ellerin, gözlerin, kulakların.

Hakk korkusu ile kaç gece uykuyu terk etdin? Kaç defa ağladın, gözyaşı dökdün? Soruyorum sana. Hiç gecenin zulmeti, kabrin zulmetini hatırlatmıyor mu? Ağla o vakit. Ağlayamazsan niye ağlayamıyorum diye ağla. Gecenin zulmeti sana kabrin zulmetini hatırlatmalı. Yakında oraya gideceksin, tek başına. 

Hazret-i Osmân ibn Affân Zinnûreyn Hazretleri, kabirden bahs edildi mi ağlarmış Hazret-i Osman. Mahşerden bahs edildi mi, onda da ağlarmış ama kabirden bahs edildi mi çok ağlarmış Hazret-i Osman, nevha ile ağlarmış yani. Sormuşlar kendisine, demişler ki, "Yâ Emîre'l-mü'minîn, Yâ Zinnûreyn". Zinnûreyn niçin diyoruz? Hazret-i Peygamber'in iki kızını aldı. Peygamber'in damadı, iki kızıyla evlendi. "Niçin" demişler, "mahşer sizi pek müteessir etmiyor da kabir denilince daha çok müteessir oluyorsunuz?". Demiş ki, "Mahşer umûmî bir yerdir ama kabirde yalnızız". Amel sandığı, tek başına kalacaksın.

Gecenin zulmeti sana kabrin zulmetini, cehennemin zulmetini, mahşerin zulmetini hatırlatmıyor mu? Ağla. Ağlayamazsan niye ağlayamıyorum diye ağla. Yakın zamanda bu akabelere yürüyeceksin. Üzerindeki rütbe kaldırılacak, masan elinden alınacak, kasana sevmediklerin vâris olacaklar. Sevgililerin ağlayacaklar. Sevmeyenlerin de mal kaldı diye ağlayacaklar, sevgi ağlamasıdır o. 

Allah'ın namaza ihtiyâcı yokdur! Allah'ın hiç bir şeye ihtiyâcı yokdur! Senin namaza ihtiyâcın var.

Sen Resûl-i Ekrem'in yolundaysan eğer, Resûl-i Ekrem mi'râc etmiş, sen de mi'râc eyle.

Cuma günleri câmiye gusül abdesti alarak geliniz ve kokular sürününüz ve temiz elbiselerinizi giyiniz. İslâm kardeşlerinize hürmetiniz yok mu? Bu giyinmekler, tesettürler, Allah'a karşı değildir, kullara karşıdır. İslâm kardeşine hürmetin varsa temiz giyinirsin ve örtünürsün, temiz elbiselerini giyersin. Bazısı, Hakk Teâlâ'nın huzûruna duracak, iş elbisesiyle geliyor kasden ki pantalonunun ütüsü bozulmasın diye filan yani. Böyle yapma, çirkin oluyor değil mi? O pantalonu sana veren Allah'dır,  giymek için uzvu da veren gene Allah'dır. Uzvun olmasa pantalonu ne yapacaksın sonra?

Cuma günleri işleri olmayanlar, câmiye biraz erken gelmelidir. İşleri olmayanlar! Çalışmak, dürüst, nâmûslu çalışmak, ibâdetdir, zikirdir, ibâdetdir. İşi olmayan, havâî söz konuşacağına, abdest alsın câmiye gelsin. İslâm'da ilk terkedilen âdâb-ı islâmiyye, cuma âdâbıdır. Ashâb-ı kirâm cuma namazına geceden giderlerdi. Ve gene her câmide böyle, yalnız bizim mescidimize, buraya âid değil, temiz elbiselerinizi giyiniz. Îcâb ederse gusül abdesti alınız. Zâhirinizi şerîatın emriyle süsleyiniz. Tertemiz yıkan, kokulan, temiz elbise giy. Bâtınını da istiğfâr ile tövbe ile, kalbinden Allah'ın sevmediği sıfatları çıkararak, istiğfâr ederek, tevhîd ederek câmiye gel. Zarar etmeyeceksin. 

Cuma günleri câmiye gelirken gusül abdesti ile geliniz ve erken geliniz biraz. Ama bu erkenliği patronunun işinden çalarak değil, patronunun rızâsını alarak. Bir de kaytarıyor herif, namazı kendi hırsızlığına âlet ediyor, onu istemiyoruz, öyle sahtekârlıkları. Resûl-i Ekrem diyor ki, "Sahtekârlar bizden değildir" diyor. Ve kâle'n-nebiyyü sallallahu aleyhi vesellem, "er-reşşâşu leyse minnâ, aldatanlar bizden değildir, aldatıcılar". Sahtekârlar, insanları aldatanlar, bizden değil diyor Peygamberimiz, ümmetliğe kabûl etmiyor onları. Dürüst olacaksın. Özün sözün dürüst olacak.

Cuma günleri câmilere biraz erken gidiniz. Temiz elbiselerinizi giyiniz. Böyle kokmuş, kirli iş elbiseleri ile câmiye gelmeyiniz. Yok başka, ona sözümüz yok. Kimseye bir şey diyemeyiz. Varken yapma sakın ha öyle şey. Çünkü cemâat-i islâmiyyeye hürmet et ki Allah sana hürmet ede. Ümmet-i Muhammed'e hürmet, Allah'a hürmetdir. Ümmet-i Muhammed'e riâyet, Allah'a riâyetdir. İnsanlara teşekkür Allah'a teşekkürdür. O sırrı bilemezsin sen daha henüz. Bilenler bilir. Ve mümkün olursa gusül abdestiyle Cuma'ya gel. Ve her câmide böyle, yol geçecek yere namaza durma, önüne bir sütre koysunlar. Cuma namazının farzından sonraki sünnetleri, yani bu zuhr-i âhirleri kıl, terketme yani namazı bırakma. "Ben Şâfiîyim". Şâfiî isen ikide bir selâm ver, yâhud kazan varsa kazâ namazı kıl, yoksa ikide bir selâm verirsin. Namazdan zarar gelmez. Allah'a secdeden zarar gelmez. Allah demekden zarar gelmez adama. Temiz elbiselerinizi giyiniz, her câmide böyle. Ve bunu yayın herkese. Ben size bunu bir haber olarak söylüyorum, sen kirli gidiyorsun ma'nâsına değil. Yayınız bunu ibâdullaha, etrâfa, bu şekilde. Öyle kokulu ayakla, sabahleyin soğan, sarımsak yemiş, ağzı kokuyor filan, ibâdullahı incitmeye hakkı yokdur. Allah'a kasem ederim ki, muhbir-i sâdık Muhammed Mustafâ, "Küllü mûzîin fi'n-nâr" haberini vermişdir. Ma'nâsı, "Her eziyet veren cehennemdedir" diyor Peygamber. Halka eziyet etmeyeceksin, nâzik olacaksın, kibar olacaksın, çünkü mü'minsin, çünkü Muhammedîsin, sallallahu aleyhi vesellem.

Azîz müslüman! İzzetli müslüman! Hemen hemen her Cuma söylüyorum, söylemekde fayda var, Cuma namazının son sünnetlerini terk etmeyiniz. Allah'ın namaza ihtiyacı yokdur, senin namaza ihtiyacın var. Şu iki rekat namazın ne olduğunu bilsen, dünyâ ve mâfîhâyı atar, huzûrullaha durursun. İki rekat namazdaki olan feyzi, bereketi bilsen, ne olduğunu. Yakında öğreneceksin. Onun için, Cuma namazının son sünnetlerini terk etmeyiniz. Beş vakit namaz kılanlar, zuhr-i âhırları da kılmalıdır. Beş vakit kılmak nimetine nâil olmayan kimseler, hiç olmazsa on rekatı ikmâl etmelidir, farzı kılıp gitmemelidir. Şâfiî'l-mezheb olanlar da, onlar farz borçları varken sünnet kılamazlar, kendi imâmlarının ictihâdına göre, onlar da kazâ kılmalıdır, kazâ namazı kılmalıdır.

Cuma namazının sünnetlerini sakın terk etmeyin!

Cuma günü biraz câmide oyalan, zarar etmeyeceksin. "Efendi, alışveriş geri kaldı" filan diyorsan eğer, Allah, rızkı üzerine almışdır. Hiç merâk etme. Sana sıhhat ü âfiyet verecek, ağız tadı verecek, gönül rahatlığı verecek, vücûd hafifliği verecek, rûh neşesi bahş edecek. Daha ne istiyorsun!

Cuma namazının evvelinde ve âhirinde olan sünnetlerini terk etmeyiniz. Bazıları "Ben şâfiîyim, sünnet kılamam, farzda borcum var" diyor. Öyleyse sen sünnet kılma, borç olan farzını kıl. Yani fırsatı ganîmet bil. 

Cuma namazından sonra bir takım sünnetler var ve zuhr-ı âhırlar var.  Beş vakit namaz kılan mü'minler bunları kılmalıdır. Senin namaz kılmanın Allah'a bir faydası yokdur, sana faydası vardır. Senin burâkındır, bineğindir namazın. Aşk bineğindir namazın. Farzı kıldıkdan sonra hemen bırakıp gitme. Beş vakit namaz kılmak nimetine erdinse, o zuhr-ı âhırları mutlaka kıl.

Cuma hutbesi esnâsında konuşulmaz, arkadaşınla da konuşamazsın, yasakdır. Hutbe esnâsında konuşmak men' edilmişdir. "Âmîn" ya da "Allahümme salli 'alâ Muhammed" diyebilirsin çünkü bunları namazda da söyleyebiliyorsun. Cuma namazındaki hutbeyi dinlemek iki rekât namaz yerine geçer. Yani hutbeyi dinleyen iki rek'at namaz kılmış gibi olur. Eğer hutbe esnâsında dünyâ kelâmı konuşursan bu namaz fâsid olur yani hutbeyi dinlemenin sevâbı gider. Hattâ konuşana müdâhele etmek de konuşmak gibidir. Biri konuşsa da sen de onu susturmaya çalışsan senin de sevâbın gider.

Hatîb hutbeye çıkdı mı artık cemâ'at namaz kılamaz. Hatîb, hutbeyi bitirene kadar namaz kılınmaz. Hani bazısı, ikinci hutbede hemen namaz kılmaya kalkıyor, sakın hâ öyle bir şey yapma. Hutbeyi tamâmen yani nihâyetine kadar dinle. Eğer Cumanın ilk sünnetini kılamadıysan, Cumanın farzından sonra evvelce kılmadığın sünneti kılarak ikmâl edersin, câizdir.

Oruç üç nevidir. Birisi yemez, içmez, cinsî münâsebetden kendini korur. Bu, avam orucudur. Sen yedi a'zânla oruç tut. O vakit kazanacaksın, iyi olacak. Bu üç a'zâyla oruç tutmak, bu da bir meziyyetdir ama sen işi ilerlet yedi a'zânla oruç tut. Hakk'ın sevmediği yere bakma, Hakk'ın sevmediği kelâmı dinleme, Allah'ın sevmediği sözü konuşma, helâl lokma ye, ırzına iffetine sâhip ol, gözünle ihânet etme kimseye, göz orucu tut, kulak orucu tut, ağız, burun orucu tut, kalb orucu tut, kalbine Hakk'dan başkasını sokma ve zikrullah ile meşgûl ol. İnşâallah mükâfâtını göreceksin. Yakın bir zamanda göreceksin.

Çok adam oruç tutar, aç durur, açlığı yanına kâr kalır! Aman orucunun sevâbını iptal etme! Allah gözüne kapak yaratmıştır, kadınlar kapanmıyorsa, sen gözünü kapat!

Oruç tutmayanlara sakın bedduâ etmeyin, kötü söz söylemeyin, dâimâ duâ edin.

Ramazanı ganîmet bil! Gündüzleri sâlihler gibi orucunu tut, geceleri terâvih namazına devâm eyle. Gündüzleri ve geceleri ihyâ eyle!

İftar verip mü'min fukarâyı sevindir. Zîrâ oruç tutan mü'mine verilen sevap kadar, iftar verip yemek yediren de ecre erer.Sofran açık olsun!

Bayram günleri, zenginlere, hâli vakti yerinde olanlar için bayramdır. Bayram günlerinde büyük ibretler vardır, gören için. Görmeyene bir şey yok. Fakîr fukarâ için büyük âfet günleridir. Ey mü'minim diyen! Kalbimde îmân, nûr-ı îmân var diyen! Babasız büyüyen, fakîr büyüyen çocuklar, bayramın ne musîbet olduğunu bilirler, yetîmler, yoksullar. Ona binâen Resûl-i Ekrem, mübârek ellerini kaldırmış, "Ke'fü'l-yetîmi ev li gayrihî ve hüve ke hâteyni fi'l-cenne" buyurmuşlar. "Kendi yetîmine tekeffül eden, ya gayrın yetîmine tekeffül eden, yardım eden, hizmet eden, iyilikde bulunan kimse, cennetde benim şu iki parmağım gibi bana yakındır" diyor Peygamberimiz. Neden biliyor musun? Resûl-i Ekrem de yetîm büyüdü, amcası Ebû Tâlib'in yanında. Yetîm büyüdü o da. Yetîmi sevindirirsen, Hazret-i Muhammed'i sevindirmiş olursun.

 Yetîm mi büyüdün, yoksul mu büyüdün, zengin çocuğu musun? Soruyorum. Sen bayramın tadını bilmezsin, zengin çocuğuysan. Sana her gün bayram. Her gün sofranda senin ekmek var, et var. Günlerce, aylarca et bulamayan, ekmek bulamayan yavrular var. Sararmış, solmuş, avurtları birbirine geçmiş, kuru kemik kalmış. Kulaklarına bakdığın vakitde zar gibi bir tarafdan bir tarafı görünüyor. Onlar da senin gibi ana baba evlâdı. Onların da şefkate, merhamete, lutfa, kereme ihtiyâcı var. Soruyorum sana, kilitledin koydun cebine ama veremedin zekâtı. "Hoca söyledi ama ya fakîr olursam ileride". Korkma! Şeytan korkutuyor seni, fakîr olmayacaksın. Vermezsen, doktora vereceksin, hastalığına vereceksin, ilaca vereceksin, ateşe vereceksin. Yaaa, ağlayanlar çok. Haydi göreyim bakayım sizi, o gün gözyaşı silin. Komşunuzda, mahallenizde dullar, yoksullar, yetîmler vardır, onlara merhamet şefkat elinizi uzatınız. Onların iffetiyle ırzıyla oynamayınız. Onlara şefkat merhamet elini uzatınız. Onları kötülüklerden koruyunuz. Vaktiyle zenginlerimiz öyle yapardı. Onları kötülüklerden korurdu.

Ramazan'dan sonra Şeytan'a uymayın sakın!

Bayram günlerinde büyük ibretler vardır. Kabirlere gitmelisiniz. Kabirlere gidip otları yolmak için değil, ibret almak için. O kabir sâhibi geçen sene hayatdaydı, bayram namazında beraberdir. Bayram sofrasında da beraberdik. Fakat bu sene bizden ayrılmış. Her şeyini bırakmış. Ağzı kanlı, boynu bükük, eller zincirde, kabre koymuşlar. Neden? Borçlu ölmüş de ondan. Kim borçlu âhirete giderse eli zincirde olur kabirde. Resûl-i Ekrem borçlunun namazını kılmadı. Onun için hâlin vaktin yerindeyse borçlu mü'min hakîkaten fukarâ ise, onu borçdan halâs etdir. Resûl-i Ekrem sorar idi, cenâzeye çağırırlar, gelir Peygamber sorar, "Borcu var mı?". "Var Yâ Resûlallah". Namazını kılmazdı. Ancak tâ borç kazâ edilinceye kadar. İnsan hakkında bahsediyorum. Hâlin vaktin yerinde, bir borçlu mü'min var, onu borçdan âzâd et. Allah da senin Allah'a olan borcundan seni âzâd etsin.

O kazandığın mal ebediyyen senin olsun istiyorsan eğer, Allah yoluna sarfeyle ki Allah Ramazan'dan evvel bir on veriyordu, Ramazan'da bir yetmiş, bire yedi yüz veriyor.

Fitresi verilmeyen oruçlar, semâ ile arz arasında muhayyerdir yani muallakda kalır, Allah'a arzolunmaz. Hemen fitreni ver ve fitreni bayram namazı kılınmadan evvel ver. Bak Ramazan'ın fazîletini şununla mukâyese edelim. Hazret-i Osman Cenâb-ı Peygamber'e demiş ki, "Yâ Resûlallah, ben fitreyi vermeyi unuttum, bayram namazından sonra verdim, oldu mu acabâ?" demiş. Resûl-i Ekrem, "Yâ Osmân! Oldu ama bayramdan evvel verdiğin fitrenin sevâbına ermek için bayramdan sonra verdiğin fitre ile berâber bir de köle âzâd etmen gerekirdi" demiş.

Fitreyi bayram namazından evvel veriniz. Çok mühim. Fitresi verilmeyen oruçlar, semâ ile ard arasında muallakda kalırmış, yerine vâsıl olmazmış yani. Mezheb-i Hanefî'ye göre zengin yani kendilerine zekât vâcib olanlar, fitre verirler. İmâm-ı Şâfiî'ye göre herkes, fukarâ da olsa, verir. Namazın eksiklerini secde-i sehiv ikmâl etdiği gibi, oruçda yapdığımız kusurları da fitre ikmâl eder. Ve bayram namazını kılmadan evvel fitreyi veriniz. Kendi babana, kendi dedene, kendi annene, haminnene, torunlarına fitre veremezsin, zekât da veremezsin, ona bakman vâcibidir senin. Fukarâ ise dayına, kardeşine, amcana, komşuna fitre verebilirsin. Hatta fitreyi kâfire de verebilirsin. Sadakadır çünkü. Ama zekât mutlakâ müslümanın hakkıdır. Bayram namazından evvel fitreyi veriniz. Sevâbı kat kat, ed'âf u mudâ'af olur. Bayram namazından sonra verirsen âdî bir sadaka olur.

Kendilerine zekât vâcib olan kişiler, zekâtlarını Ramazan'ın başında versinler ki fukarâ-i müslimîn, onlardan aldığı zekât ile Ramazanda yiyecek-içecek temin etsinler, daha büyük ecre girerler.

Zekâtını veremiyorsun, sayıyorsun sayıyorsun bir türlü vermeye kıyamıyorsun! Hem de azar azar verme öyle! Zekâtını vereceğin fakîr, nâmuslu bir kişi ise biraz fazlaca ver ki kendine sermâye edinsin seneye o da zekât versin.

Zekâtı hesâb edip vereceksin. "Vermem, parayı ben kazandım". Verme, yemeden ölürsün, mutlakâ senin yerine başka bir adam gelir onu yer. Karına bırakırsan, başka birine varır, onunla yer. Kızına bırakırsan, dâmâdınla yer. Oğluna bırakırsan, gelininle yer, metresiyle yer. Hesâbı da Allah senden sorar.

Ey zengin! Aç kaldın, açlığın ne olduğunu öğrendin. Oruç tutmasaydın açlığı tatmazdın, bilmezdin sen. Açın hâlinden haberin olmazdı. Açlığı tattın, yoksulluğu tattın yani varken yoksulluğu tattın, haydi şimdi zekâtını ver.

Zekâtlarınızı verin. Yoksullara yardım ediniz. Ve iftara adam çağırın, götürün iftara adam götürün. Ve yemek yedirin mutlakâ. Yedirin, yedirin! Verin, verin! Veren el, alandan efdaldir. Verin! Veren el, alan elin üstündedir. Verin! Yedirin! Bir adam, bir adama iftar verirse, oruç tutan adamın sevâbı kadar iftar etdiren de aynı sevâbı alır. Sevâbın yarısı ona yarısı ona kalır manâsına değil. Oruç tutan adam yüz sevâb alacak Allah'dan, öyle farzedelim, yüz sevâb alacak. İftar etdiren adama Cenâb-ı Hakk o oruç tutana yüz sevâb verdiği gibi, iftar etdiren adama da yüz sevâb verir ayrıyeten. Bedâva sevâba nâil olursunuz. Selâm verin birbirinize. Yedirin, içirin, selâm verin ve Kur`ân'ı okuyunuz ki iki cihânda felâha nâil olasınız.

Zekâtı verilmeyen paralar, iki başlı zehirli yılana benzer. Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellemden Hazret-i Ebâ Hureyre rivâyet ediyor, "Zekâtı verilmeyen paralar, yevm-i kıyâmetde iki başlı yılan olarak sâhiplerinin boynuna dolanacakdır" diyor. Kasalara kitlenen ve sadakâtı ve zekâtı verilmeyen, fukarâ-yı müslîmine yardım edilmeyen paralar, altınlar ve gümüşler, cehennemde kızdırılacak, biriktirenlerin sağlarına sollarına önlerine artlarına bastırılacakdır. "Biriktirdiğiniz paraların tadına bakın" diyecek Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri.

Sakın hâ, zinhar zekâtı vermemezlik yapmayınız. O zekâtı verilmeyen paralar ve mangırlar, Cenâb-ı Hakk onları bir yılan şekline koyarak, yevm-i kıyâmetde zekâtı vermeyen cimrinin boynuna dolayacakdır. Râvîsi Hazret-i Ebâ Hureyre'dir. Gene, Kur`ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı Hakk, "se yutavvakûne mâ bahilû" âyet-i kerîmesinde, "Sizin boynunuza dolarım onu" diyor. Kendini kurtarmak isteyeceksin, arkandan koşacak senin de, "Nereye kaçıyorsun?" diyecek. Kaçacaksın ondan. "Nereye kaçıyorsun benden? Beni dünyâda malım diye alıp koynuna sokardın. İşte ben senin zekâtınım, vermediğin zekât" diyecek.

Bazı zevât, "Efendim, devlete vergi veriyoruz ya, ayrıca zekât vermeye ne lüzûm var " filan diyorlar. Devletin vergisi ayrı. O iş ayrı. Bu zekât, bir mü'minin diğer mü'minin kesesinden hakkıdır. Devletin vergisi ayrı. Vatanına milletine hizmet, boynunun borcu. Burda serbest Allah diyorsan, hürriyetin sâyesinde söylüyorsun. Zekât ayrı. Zekât Allah'ın emri. Evvelâ hısım akrabâna, akrabâlarından kim varsa fukarâ etrâfında. Meselâ babama, dedeme, neneme, büyük neneme veremem. Torunlarıma, çocuklarıma, çocuklarımın torunlarına veremem. Amcan, dayın fukarâ ise, enişten fukarâ ise zekâtını onlara vereceksin, mahrûm etmeyeceksin. "Efendim, onlar sefih". Sefih de olsa vereceksin gene.

Kabre götürülürken feryâd edip "Eyne tezhebûn" diyenler, "beni nereye götürüyorsun?" diyenler, bunlar, niçin hak olunduklarını bilmemişler, aramamışlar. Hayvanlar gibi yemiş, içmiş, tepişmişler. Hep dünya metâı için. Karınca gibi. Karınca, toplar, toplar, toplar, bir sene toplar, kendi topladığını yemeden ölür. Sana büyük bir ibret ve âyet. Bir çok insan, şeklen insân olup hakîkatde karıncadır. Toplamakla mükellef yalnız, yemekle değil. Toplar, toplar, haramdan, helaldan, sonra yemeden ölür. Sana hespini dağıt demeyeceğim. Allah'ın takdîrini, Allah'ın mikdârını bildireceğim sana. Kırkda birini ver. Zekâtını sakın ihmâl etme.  

Zekâtı vereceksin ama seve seve vereceksin, sevdiğinden vereceksin, eskisini veremezsin, bozuğunu veremezsin, kendine lâyık gördüğünü vereceksin. Sevdiğinden seve seve vereceksin.

Cenâb-ı Hakk Sûre-i Tövbe'de, paralarını toplayıp, biriktirip de Allah yoluna infâk etmeyenler, zekâtlarını sadakâtını vermeyenler hakkında, "vellezîne yeknizûne'z-zehebe ve'l-fıddate velâ yünfikûne fî sebîlillah, febeşşirhüm bi azâbin elim", buyuruyor. Yani "Şu kimseler ki altınlarını ve gümüşlerini, paralarını kasalara biriktirdiler, zekâtını vermediler, sadakâtını vermediler, onları azâb-ı elîm ile tebşîr et yâ habîbim Muhammed", sallallah aleyhi vesellem. Tebşîr, beşâret, müjde ma'nâsınadır. Mal benim zannedenlere Cenâb-ı Hakk istihzâ ediyor. Onun için tebşîrât yapdırıyor. "Müjde! Seni cehenneme koyacaklar" denmez bir adama. Ya da, "Sen hasta olacaksın", ya da "Seni öldürecekler" denmez müjde diye. Ancak istihzâ olursa olur değil mi? İşte mal mülk benim diyenlere, öyle zannedenlere, Cenâb-ı Hakk diyor ki, "Söyle onlara, onları azâb-ı elîm ile tebşîr et, müjdele, müjdele!".

Zenginler mallarının kendilerinin olmadığını bilsinler. Zenginler Allah'ın vekilharcı, fukarâ Allah'ın ayâlidir. Allah vekilharca emrediyor, "Benim sana emâneten verdiğim kasayı aç, benim ayâlime kırkda birini ver" diyor. Ey zengin! Ey zenginim diyen, kendisini zengin zanneden! Zengin Allah, ganî Allah, hepimiz fakîriz. Akşam azîz olanlar sabah zelîl oldular, akşam zelîl olanlar, sabah azîz oldular. Kuvvetleri kudretleri onlara fayda vermedi. Pâdişah çocukları âcizler evinde can verdi. Allah'dan kork, Allah'ı sev, Allah'a aşk ile bağlan. İslâmsın, islâm, Allah'a teslîm olan demekdir, Allah'a teslîm olup sâlim olan demekdir.

Bazı akrabâların sefih olabilir, mü'min mi değil mi? Mü'minse hatırını soracaksın, sefîh de olsa. Zîrâ kâfire zekât verilmez, fitre verilir de zekât verilmez kâfire. Akrabandan fâsık da olsa, zekât verilir, fukarâysa zekât verebilirsin.

Mahallelerde, mahallenizde bakın, civârınızda, dul, yoksul, yetîm, onların iffet ve ırzlarıyla oynayanlardan olmayın. Bazıları böyle yetîmin, yoksulun, dulun iffet-ırzıyla oynuyorlar. Parası var güveniyor kendine. Yakın zamanda her şey her şey elinden alınacak, onu düşünemiyor. Mahallenizde bulunan böyle yetîmleri, yoksulları kimsesizleri düşününüz, onlara odun, kömür, yiyecek, giyecek verin. Elinizden geldiği kadar. Bir yetîme bir çift çorap alırsın, cehenneme kalkan olur. Haberin var mı? Durumuna göre. Durumuna göre. Bir fukarâ, başka parası yokdur onun, bir çift çorap alır, Allah onu cehenneme kalkan eder, aldığı çorabı. Onun için, kömürsüz, odunsuz kimselere, yoksullara, mutlakâ merhamet ve şefkat bağrınızı açınız. Allah merhametlileri sever. Resûl-i Ekrem, "rahmete'l-lil-'âlemîn" olarak gönderilmişdir, âlemlere rahmet olarak gönderilmişdir, sen de O'nun ümmetisin, merhametli ol, şefkatli ol. Ekmek götürüver iki tâne. Hiç arkadaşın ölmedi mi? Arkadaşının çocukları, yetîm çocukları yok mu? Onlara elbise giydiriver. Ne olmuş, nedir yani, ne çıkar! İçkiye-fışkıya dünya kadar para veriyorsun bir gecede, bir de Allah için ver, ne olur, ne çıkar yani, neden, neden! Tabii sizi bundan tenzîh ederim, bu söylediğim sözlerden. Fırsatı ganîmet bilin, böyle havalarda. Ufak bir iyilik, Cenâb-ı Hakk indinde büyük büyük netîcelerle senin mağfiretine, affına sebeb olabilir.

Dilin tutulmadan Allah de. Belin bükülürken Allah'a rükû' et ve secde eyle. Elinden dünyâ metâı çıkmadan, malın, kasan elinden çıkmadan böyle günlerde fırsatı ganîmet bil, fukarâ-yı müslîmine, yakacağı olmayanlara yakacak, yiyeceği olmayanlara yiyecek, giyeceği olmayanlara giyecek götür. Eğer sende Hazret-i Muhammed aleyhisselâmın îmânından ve muhabbetinden bir nebze varsa, Ümmet-i Muhammed'e merhamet edersin, şefkatli bir kalbe mâlik olursun. Bilmiş ol ki yapılan zerre kadar hayır zâyi' olmaz. Zerre kadar şer de zâyi' olmayacak.

Para sâhiplerine söylüyorum! Kasalara kitlediğin, banka cüzdanlarında kayıtlı olan paralar senin değildir, mîrâsçılarınındır. Hem de sevmediğine kalacakdır, sevmediklerin arasında taksîm olacakdır. O paraların ebediyyen senin olmasını istiyorsan, ebedî saâdeti istiyorsan, bu anda kalbi kırık, gözü yaşlı olanların kalblerini tatyîb edip gözlerinin yaşını sil. Ateşi olmayanlara ateş götür. Sırtında giyeceği olmayanlara giyecek var. Gizli yap bu işi, sakın ha riyâen yapma. Yani yaptım ettim filan diye mürâî olarak ortaya çıkma. Böyle yaparsan bil ki, bu Allah'ın sana vedîasıdır, yani Allah'ın sana ihsânıdır. Yapamazsan bil ki, ihsân-ı ilâhîden mahrûmsun.

Ehl-i mürüvvete hitâb ediyorum. Cebindeki para, kasandaki yani bankadaki koyduğun para senin olmasını istiyorsan eğer, Hakk yoluna verirsen bir mikdârını, mutlaka önünde göreceksin. Yalınayak yavruları görüyoruz, ayağına bir çift ayakkabı giydiriver oğlum, gece gidiyorsun, fenâlıklarda binlerce lira harcıyorsun. Gecede binlerce lira harcayanlar var, bir gecede. Bir yetîmin ayağını giydirmez. Düşünmüyor ki, kendi geberecek, oğlu yetîm kalacak, kızı yetîm kalacak, elâlemin eline kalacak. 

İyilikden geri durma, soğuk havalarda, kış gününde hayvanlar bir şey bulamazsa yardım et. Hattâ domuzun etini yiyemeyiz, Allah haram kılmışdır ama bir domuz hayvanı olsa, susuz kalsa, su vermekle mükellefsin. Dikkat buyur, ne konuşuyorum! Her müslümanın kafası kavramaz, sonra bana buğz eder, hoca yanlış yola götürüyor diye. Etini yemek haram, ama hayvan aç kalsa hayvana su vereceksin, ekmek vereceksin, neyse yemini vereceksin. Yemeyiz etini ama Allah'ın mahlûku. Seni insan yapdı, beni insan, onu domuz yapdı. Kendi mi tâlib oldu domuz olmaya domuz? Sen de kendin mi tâlib oldun insan olmaya? Aramızdaki fark ne acaba? Allah bana insan elbisesi, sana insan elbisesi giydirdi, ona da domuz elbisesi giydirdi. Ama etini yemeyiz, haram.

Semâvâta ve arda sığmayan Allah, kalbe sığar, kalbe tecellî eder. Kalblerde ara sen O'nu. Hele bâhusûs kırık kalblerde ara. Onun için bir kalbi kırmak, bir kalbi yıkmak, Ka`be'yi yıkmakdan daha kötüdür. Çünkü Ka`be'nin binâsını Hazret-i İbrâhîm Halîlullah binâ etdi, kalbi Allah binâ etdi.

Ramazan ve Kurban Bayramı gecelerinin (arefe geceleri) çok mühim geceler olduğunu ve muhakkak ibâdet ve zikrullah ile ihyâ edilmesini tavsiye buyururlardı.

Kurbanı keserken Allah ile şöyle konuşacaksın :

Yâ Rabbi o kadar günah işledim ki, bütün vücudum ve yüzüm ve kalbim kapkara oldu. Vücuduma bedel olarak ve senin rızâ-yı şerîfin için kesiyorum, eti etime kanı kanıma bedel olsun...

Kurban eti hakkında nasîhat ederken buyurdular ki :

Kendine hangi eti layık görüyorsan fukaraya o eti ver, çünkü insan sevdiğini vermedikçe sevdiğine nâil olamaz

Hem zâhirin hacı olsun hem bâtının.

Kabe'yi tavâf etmekle yetinme bir de gönül tavâfı yap!

Ömründe bir defa haccet, gönül haccını bol yap, gönül haccını. Yani gönül al, âh alma, kimsenin âhını alma, gönül al, gönül al, gönül, gönül. Gönülü haccet, gönül tavâfı yap. Açı doyur, çıplağı giydir, büyüklere hürmet göster, küçüklere şefkat göster.

İçinde bulunduğumuz ay münâsebetiyle gene sizlere söylüyorum, fakîr fukarâya da yardımda bulununuz. Bu on gün, mühim günlerdendir, Zilhicce'nin on günü yani. İşte onuncu gün bayram oluyor. On gün mühim günlerdendir, Zilhicce'nin on günü. İslâm'ın büyük günlerinden yani. Allah indinde makbûl olan günlerdir. Bu günler mübârek günlerdir, hepsi Allah'ın günleridir ama mübârek günlerdir bunlar, bu günlerde derecât artar, ibâdetlerin dereceleri, mükâfâtları artar. Onun için, kurbanınızı kesdikden sonra gene fukara çocuklarına, yetîmlere yardım edin, elbise alın, ayakkabı alın, çorap giydirin, çıplak olanları giydirin, odun kömür alın, fukarâlara verin, yapın. Cehennemden ateşini eksiltmek istiyorsan dünyâda fukarâya odun kömür al. Mahşer günü susuz kalmak istemiyorsan eğer, dünyâda su ver Ümmet-i Muhammed'e, susuz bırakma Yezid gibi. Yezid-i pelid gibi susuz bırakma Ümmet-i Muhammed'i, suyunu kesme, su ver. Açı doyur, çıplağı giydir. Karnın tokken komşunun karnı açsa eğer haberin varsa, îmânın kemâlde değildir senin. Müslümanlık budur. Komşun aç sen burada karnını doyurdun etliyle sütlüyle, haberin de var komşunun aç olduğundan, îmânın kemâlde değil. Müslümanlar hep kardeşdirler. Allah öyle ilân etmiş, "inneme'l-mü'minûne ihvetün", mü'minler kardeşdirler, birbirlerinin yardımlarına koşacaklar, ellerinden tutacaklar, birbirlerinin gözyaşlarını silecekler. Selâmın manâsı da odur İslâm'da, selâmın manâsı. Müslümanlar birbirlerine selâm verecek, manâsı ne biliyor musun? "Selâmün aleyküm" dediği vakitde manâsı şu, "Kardeşim, ben senin kardeşinim, bir ihtiyâcın var mı, maddî manevî sana yardıma hazırım" demekdir o. O manâyadır o.

Efendiler! Kul hakkına çok dikkat ediniz! Alnın secdede çürüse, tahiyyatda ve secdede dizlerin devenin dizleri gibi nasır tutsa, kul hakkı varsa güçdür. Aman kul hakkından kaçınınız! Aman kul hakkından kaçınınız! Aman kul hakkından kaçınınız! Ve kâfir hakkından ve hayvan hakkından ve kul hakkından kaçının! Allah ile kul arasında olan bazı suçlar vardır, Allah, onları affeder fakat kul hakkı müstesnâdır.

Bir adam yevm-i kıyâmetde, namazıyla, orucuyla, zekâtıyla, haccıyla gelir. Fakat ahlâkı dürüst değil, onu kırmış, onu dövmüş, onun malını gasb etmiş, onun iffeti hakkında konuşmuş. Hak sâhibleri de gelirler. Bu adamın yapdığı hayır hasenâtı Allah bunlara hak mukâbilinde verir. Yeterse ne a'lâ. Yetişmezse, hak sâhiblerinin günâhını alır, buna yükler. Sonra cehenneme yüzüstüne atılır. Bu adam iflâs eder. İbâdetlerinin karşılığında hiç bir şey alamaz çünkü hepsini başkalarına dağıtdı.

Adamın aleyhinde konuşuyorsun, hak-hukûk meselesi bu. Gıybet ediyorsun, iftirâ ediyorsun, bilmediğin görmediği halde. Temiz giyinmiş birini görünce, "Hımmm, çalmışdır" diyorsun. Ne biliyorsun ulan! Kadın biraz temiz giyinmiş, "Gâliba fâhişe". Aaa! Bilmediğin kişinin nâmûsu hakkında konuşursan, dünyâ ve âhiretde Allah lanet ediyor, üzerine lanet var senin. Gözünü, dilini katiyyen sakın böyle şeylerden!

Gıybet etmek zinâdan daha berbaddır. Ekseri bizim câmi cemâati gıybetle meşgûl oluyorlar. Bizim orada bir kahve vardı, hepsi sofu, kağıt oynamıyorlar, adam çekişdiriyorlar. Ulan kağıt oyna, daha hayırlı, domino oyna daha güzel, daha hayırlı, daha hayırlı. Günah değil mi? Günah ama adam çekişdirmekden daha hafîfdir o. Bak, "el-gıybetü eşeddü mine'z-zinâ", Resûl-i Ekrem öyle buyurmuş, sallallahu aleyhi vesellem, demiş ki, "Gıybet zinâdan eşeddir" demiş. Yaa!

Onun malını çalmışsın, ötekinin malını dolandırmışsın, sonra "Yâ Rabbi tövbe estağfirullah, bir daha yapmam". Olmaz! Hak yerine götürülüp verilecek, kazâ edilecek. Kimin aleyhinde bulunduysan, kimin aleyhinde bulunduysan, o zâta gideceksin diyeceksin ki, "Ben senin aleyhinde konuşdum, bana hakkını helâl et, yalvarırım sana, ricâ ediyorum" diyeceksin. İftirâ ediyorsan eğer, iftirâ ediyorsan, bir cemiyyetde iftirâ etmişsen, o cemiyyetde bulunan halka hitâb edeceksin, "Ben filanca hakkında böyle söylemişdim, iftirâ etdim o adama, ben yalancıyım, o adam bu günahdan berîdir" diyeceksin. Ondan sonra Allah'a tövbe edeceksin.

Aman insan hakkından kaçınınız! Aman kâfir hakkından kaçınınız, firar ediniz! Aman hayvan hakkında firar edin ve kaçınınız! İslâmınki âhiretde belki muvâzenesi, muhâkemesi olur, yerli yerine gelir ama kâfir hakkı hiç ödenmez.

Kime haksız yere vurdunsa, gidersin boynunu uzatırsın, "Arkadaş, seni incitmişdim ben" der, boynunu uzatırsın. Onun mürüvvetine kalmışdır. İkâbeye ikâbe câiz olur ama sabredersen senin için daha hayırlı olur. Yâhud kimin malını aldınsa götürüp yerine vereceksin, tevdi edeceksin. Bir süt gibidir hemen bozulur İslâm, hîlekârlığı kaldırmaz, nûru hemen kaçar.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki, "Bir kimse sevâbını Allah'dan ümîd ederek Ramazân orucunu tutarsa geçmiş günâhları affolur". Ama kul hakkı düşmez. Şehîd dahî olsa bir adam, kul hakkı düşmez. Kimden aldınsa, kime vurdunsa götürüp yerli yerine vereceksin. Ancak denizde boğulursan, yani denizde şehîd olursa bir adam, o vakit kul hakkı sâkıt olur. Hem hukûkullah, hem kul hakkı. Yoksa karada şehîd oldu bir adam, yani i'lâ-yı kelimetullah için şehîd oldu, gene hukûk-i ibâd düşmez üzerinden.

Bir muhârebede, sahabeden bir adam şehîd olmuş, Peygamberimiz bakdı ona, "Bu cehennemde" dedi. "Yâ Resûlallah, şehîd cehennemde mi?" dediler, "Evet" dedi. Zîrâ onun üzerinde emânet varmış, aba varmış, arkadaşının abasını vermemiş, üzerinde kalmış. Zamânımızda herif, çalıyor çırpıyor, geliyor câmide ağlıyor, "Aman yâ Rabbi, beni affet, günâhlarımı affet" filan diyor. Hak sâhiblerine haklarını vermeyince olmaz! Yâhud Allah'a kendini çok sevdireceksin, Allah ceb-i hümâyûndan yani hazîne-i ilâhîden ödeyecek, ve illâ felâ. Yoksa katiyyen kul hakkı sâkıt olmaz. Vurdunsa yanağını uzatacaksın, aldınsa vereceksin.

İki koyun dövüşseler, biri boynuzlu biri boynuzsuz olsa, Hakk Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, hükmü kazâ edecek, boynuzlu koyun, boynuzsuz koyunun canını fazla acıttığı için, onlara da kazâ hükm olunacakdır. Hayvanlar sonra toprak olacaklar, o başka. Aman! Aman kul hakkından, aman âh almakdan kaçınınız! Burda kolay o iş, birini ağlatmak ama sonra sen ağlayacaksın. Hem nasıl ağlama! Burda ağlayanı tesellî edebilirler, orda ağlayan pek tesellî olmaz. Yakın zamanda! Güneş tepemize indirilecek, kafatasının içinde beyin kaynayacak, gözler yerinden uğrayacak. Bir ayak bir yerden bir yere gidemez, sorulara cevap vermeyince.

Allah, Kavm-i Nûh'a tûfân gönderdi, onları boğdu. Kavm-i Şuayb'a da yağmur yerine ateş yağdırdı. Bak ne söylüyorum. Onlara var, bize yok zannetme sakın ha! Sana da tûfân gelebilir, bana da tûfân gelir, bana da yağmur yerine gökden ateş yağar, kar yerine taş yağabilir. Allah'dan kork! Terâzini doğru tart, ölçeğini doğru tut, adâletden ayrılma, âdil ol. Mazlûmu, yoksulu, garîbi, kimsesizi ezme! Kimsesizin sâhibi Allah'dır, sende onun intikâmını bırakmaz, birgün önüne çıkarır senin.

Allah diyor ki, benim hasmım ikidir. Bir tânesi, çalıştırır, hakkını vermez, diğeri bir şey yer, bakana tattırmaz. Bunlar benim hasmımdır diyor Cenâb-ı Hakk. Kulağında kalsın. Yediğinden tattır. Çalıştırdığın adamın daha teri soğumadan hakkını ver.

Mideni tathîr et, helal lokma ye, Allah'ın helal dediklerinden ye. Helaldan kazan, helala sarf et. Domuz eti yemeyen, şarap içmeyen bir adam, haramdan kazansa, haramdan yese aynı günahlara sâhib olur. İstediği kadar kıvırcık etinin sağ kolunu yesin, mâdem ki arada insan hakkı vardır, aynı günaha sâhib olur. Onun için aman kul hakkından kaçınınız, kâfir hakkından kaçınınız, hayvan hakkından kaçınınız. Allah'dan korkarak bunlara el sürmeyiniz. Kendinizi bunlardan vikâye edin ve kurtarınız.

Düşün! Tefekkür et! Benim sözlerimi terâziye koy! Hangi eşyâmızı oraya götüreceğiz? Çaldık, çırpdık, rüşvetle, hıyânetle topladık hepsini. Peki neyi götürüyoruz oraya? Haydi soruyorum! Kısmet olursa iki arşın kefen götürüyorsun! Bir de o çaldığın, çırptığın eşyânın vebâlini götürüyorsun, başka bir şey değil. Topladıkların mîrâsçılarına kalacak, onlar burada rahat edecek, orada hesâbını sen vereceksin. Yevm-i kıyâmetde hesâba çekilmeden, hiç bir kimsenin ayağı bir tarafdan bir tarafa gitmez. Allah Celle Celâluhû Hazretleri hesâba muktedirdir.

Kimden aldınsa, aldığını götür ver. Veremezsen git ifâde-i merâm et, söyle, itirâf-ı zünûb et, "ödeyeceğim" de. Hem de isimle söyleyeceksin, yutturmacayla değil. Zamanımızda yutturmaca yapıyorlar. "Hakkını bana helal et". Niye hakkımı sana helal edeyim, neymiş bakayım sebebi? Onu söyleyeceksin. "Vaktiyle ben senin paranı almışdım, vermemişdim, borç almışdım vermemişdim, çalmışdım, etmişdim, bunu bana helal ediyor musun, yâhud ödeyeyim mi?" diyeceksin. Zâten ödemek lâzım. Ödemezsen zillete düşersin. Müminler azîzdir. Mü'min, mü'mine karşı zilletli olabilir ammâ mü'min, azîzdir, Allah'ın izzetiyle, Resûlullah'ın izzetiyle azîz olmuşdur. Allah bizi bu izzetden ayırmasın. Her kim ki Hazret-i Allah'dan, Hazret-i Muhammed'den ayrıldı, o adam zelîl oldu. Aynen böyle isminle söyleyeceksin, "Ben senin hakkına böyle tecâvüz etmişdim" diyeceksin. Eğer vurdunsa, yanağını uzatacaksın, "Sen de bana bir tâne vur" diyeceksin.

Ağzını tathîr et. Mideni tathîr et yani temizle. Tathîrât, îmânın yarısıdır. Bundan maksadımız, haram yeme, haram çiğneme, ağzını kötü işlere kullanma. Gıybetdi, laf götürüp getirmekdi, cemiyeti dağıtmakdı, yalan söylemekdi, hatır yıkmakdı, gönül yıkmakdı, yüze karşı konuşarak insanın kalbini kırmakdı, arkasından konuşarak insanın kalbini kırmakdı, bunları terk eyle. Ağzını tathîr et, ağzını zikrullah ile ve Kur`ân ile süsle. Yakın bir zamanda bu süslemenin mükâfâtını göreceksin. Seni ve beni karanlık bir kabre koyacaklar, o kabrin karanlığına Kur`ân'ın nûru kâfîdir, tevhîdin nûru kâfîdir, zikrullah kâfîdir. Zikrullah olmayınca, insan kabirde karanlıkda olur. Mahşerde gene karanlıkda olur.

Eyvah! Eyvah! Anneye el kaldıranlar. Eyvah! Anneye ismiyle çağıranlar. "Efendi şaka yapdım". Şaka da olsa, vay olsun, azâb olsun, annesini ismiyle çağıranlara. "Anneciğim" diyeceksin, zillet kanatlarını önüne sereceksin. "Babacığım" diyeceksin. Kâfir olsa, kiliseye götürmeyeceksin ama kiliseden alıp sırtına evine getireceksin.

İnsanın anası-babası yâhud anasından babasından her biri, kâfir olsa, tapınağına götürmez, fakat annesini babasını tapınakdan çıkdığı vakit, sırtına alır, evine getirir. Babası kötü bir insan olsa, evlad onu kötü yere götürmez ama kötü yerden çıkdığı vakit sırtına alıp evine getirmesi lâzımdır. İslâm bize bunu bu şekilde öğretmekdedir, göstermekdedir. O kadar hürmet lâzım anaya babaya. 

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem bir hadîs-i şerîflerinde, "el cennetü tahte akdâmü'l-ümmehât" buyurmuşlar. "Cennât-ı âliyât, ananın ayağı altındadır" demiş. Bir kimse annesine "öf" dese, ki Allahu Teâlâ "üf" kelimesiyle tarif ediyor Sûre-i İsrâ'da, "felâ tekul lehümâ üffin" buyuruyor, yani anaya babaya "üf" dese, azâba müstehak olur. İsmiyle çağırsa azâba müstehak olur. "Anneciğim", "Babacığım" diyecek. Karşısında, yavru kuşlar nasıl anasının babasının karşısında kanatlarını çırpıyorsa, o şekilde, tatlı sözle, acı sözle değil, sert sözle değil, yumuşak sözle cevap verecek.

"Efendim, biz hoca dinlemedik, mürşid görmedik, câmi görmedik, bazı husûsâtda annelerimizin babalarımızın haklarını çiğnedik" diyecek olursanız, böyle kimseler içinizde varsa eğer, ki olabilir, mümkündür, onların çâreleri vardır. Akşamla yatsı arasında dört rekat ebeveyn namazı vardır yani ana baba namazı. Bu dört rekat namazı her akşam kılarsın, onların rûhuna gönderirsin. Böylece onların hakkını ödemiş olursun.

Annenin ayağının üstünü değil altını öpeceksin. Cennetin kokusunu almak istiyorsan, annenin ayağının altını öpeceksin. Uzak memleketde ise, kendisine mektûb yazarsın, mektûbunu eksik etmezsin, selâmını da ikrâmını da eksik etmezsin. Sıla-yı rahm edersin. Bazen memleketine gidersin, hısım-akrabânın, âbâ ü ecdâdının basdığı yerleri koklarsın, annenin babanı ziyâret eder, ocağından dönersin. Hacc sevâbı verir Allah Celle Celâluhû Hazretleri.

Ana demek, sırf şefkat demekdir. Ana demek merhamet menbaı demekdir. Ana demek vefâ demekdir, mürüvvet demekdir. Nasıl hakkı ödenebilir? İnsan bir defa ölür, ana her doğumda bir ölür. Doğurmanın, ölüm kadar acı olduğunu Hazret-i Ali haber vermekdedir. Hele de sen âciz iken, seni her türlü musîbetden koruyan o değil mi? Uzun geceler senin için uykusunu terk eden o değil mi? Kısa gecelerde seni emzirmek için üç-dört defa uykusunu bozan o değil mi? Yemeyen yediren o değil mi? Giymeyen giydiren, çekdiği acılarını sana göstermeyen ve bildirmeyen o değil mi? Gözleri yaşla dolu olsa, ağladığını evlâdı görür de üzülür diye, bakışını hemen tebessüme çeviren o değil mi? Evlâdı uyuduğu vakit uyandırmaya kıyamayan, evlâdının kusurlarını görmeyen, görse dahi göstermeyen, evlâdının yaptığı cefâyı hemen affeden o değil mi? Nasıl ödersin hakkını annenin? Buna imkan var mı? Ana bu, ana! Derdimizin ortağı, yaralarımızın merhemi. Evlâdını kurtarmak için canını fedâ etmeye hazır olan o değil mi?

Vay olsun onlara, azâb olsun şu kimselere ki, analarını kırdılar, onları incitdiler de, nâra girmeye müstehak oldular. Müjdeler olsun, kutlu olsun şu zümreye ki, analarını hoşnûd edip, Allah'ı râzı kıldılar, cennete dâhil oldular.

Anaya babaya itâata dikkat ediniz, onlara isyân etmeyiniz. Hattâ onlara isimleriyle seslenmeyiniz. Bir kimse anasına babasına ismiyle seslense ameli habt olunur, yani yaptığı sevaplar bâtıl olur, bozulur. "Anneciğim" ve "Babacığım" diye seslenecek. "Anne" de demiyecek, "Anneciğim" ve "Babacığım" diyecek. Öpmek lâzım gelse annenin ayağının üstünü değil altını öpecek. Çünkü cennât-ı âliyât ananın ayağı altındadır. 

Babana hürmet edersen evlâdın da sana hürmet edecekdir. Babana ikrâm edersen evlâdın da sana ikrâm edecekdir. Babana isyân edersen evlâdın da sana isyân edecekdir.

Allah'ın rızâsı ana-babanın rızâsındadır. Allah'ın gadabı ise, ana-babanın gadabındandır. Bir kişi ibâdet ehli olmasa yani Allah'a âsî olsa, lâkin ana-babasına mûtî' olsa, ana-babasını hoşnûd etse, Allah ondan râzıdır. Ana babasına bu güzel muamelesinden dolayı Allah onu sonunda sâlihlerden kılıp, cennetine idhâl eder. Bir kimse, ibâdet ehli olsa ama ana  babasına âsî olsa, onları hoşnûd etmese, yapdığı ibadetin semeresini göremez. Resûl aleyhisselam buyurdular, "Cennetin kokusu beş yüz yıllık yerden duyulur. Ana babasına âsî olanlar ile hısım akrabâyı terk edenler bu kokudan mahrûmdurlar".

Evlad, babasından âlim dahi olsa, edeben ona imâmet etmemelidir. Eğer babası ümmî ise, evlâdın babasına imâmeti câiz olur. Evlad, ana-babasının üst yanına da oturmamalıdır. Bir meclise vardıklarında, onlardan evvel de oturmamalıdır. Ana babadan evvel yemeğe el sürmemelidir. Bazı evliyâullah ana-babası ile yemek yemez, onlar yemek yerken kendileri hizmet ederlerdi.

Evlad, ana-babadan evvel söze başlamamalı, söz söylediğinde de ana-babasından daha yüksek sesle konuşmamalıdır. Sakın onların sözlerini kesme, gönüllerini kırma. Ana-babana muti' ol ki Allah rızâsını kazanasın. Yolda giderken onlardan önde yürümek de edebe mugâyirdir. Meğer ki yol göstermek için ola, o vakit câiz olur. Kendilerine nâzikçe ve yavaşça hitâb edip, "anneciğim" ve "babacığım" diyerek onlara olan hürmet ve şefkatini izhâr etmelisin.

Yüzlerine güleç yüzle bakan evlâdın her bakışına Allah'ın makbûl olmuş hac ve umre sevâbını vereceğini Resûl aleyhisselam haber vermişdir. Bu fırsatı kaçırma. Anan baban sağ iseler, yâhud ikisinden birisi sağ ise, yüzlerine tatlı nazarla bakıp bu sevâba nâil ol. Ana-babasının rızâları yoksa, evlad, hacca dahi gitmemelidir. Defter-i a'mâlinin hayır kısmına yazılacak en büyük sevap ana ve babana yapacağın ihsân ve itâattır. Onların sağ olmalarını ganîmet bil, onlara ikrâm, ihsân ve itâat eyle, güler yüz göster ki hem cenneti hem Hakk rızâsını kazanasın.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Cennet anaların ayağı altındadır" buyuruyor. Allah cenneti annelerin ayağı altına serdi. Onun için ben kendi ihvân u yârânıma, cemâatime, bildiklerime dâimâ tenbîh ederim, cennet kokusunu almak istiyorsanız eğer, annelerinizin ayağının üstünü değil, altını öpünüz, "Efendi, biz câmi görmedik, ders almadık, anne-baba kıymeti bilmedik, bundan haberimiz yok idi" dersen eğer, artık işidiyorsun. "Ama onlar öldüler, geçdiler" diyorsan, akşamla yatsı arasında dört rekat namaz kıl, onun sevâbını, kadr u kıymetini bilmediğin annenin ve babanın rûhuna bağışla. Buna hukûk-i ebeveyn namazı derler.

Anan ve baban, senin azîz misâfirlerindir. Onları bir gün kaybedip, dünyâda yalnız kalacaksın. Ana gibi bir yâr, ana gibi bir dost bulamayacaksın. Çünkü senin en sâdık dostun anandır. Başka dostlar, yalandır. Anandan gayrı dostlar senin dostun değil, senin paranın, rütbenin, güzelliğinin, gençliğinin, sıhhatinin dostudur. Züğürt de olsan, çirkin de olsan, ihtiyar da olsan, hasta da olsan, hapisde de olsan, en hakîkî dostun anandır. Bunu böyle bilmiş olasın.

Çocuklar! Gençler! Size söylüyorum. Anan baban hayatdaysa, yâhud baban hayatda, anan hayatda ise, bunu bir ganîmet bil, defter-i a'mâl-i hayriyyen açıkdır, ne yaparsan Allah sana kat kat vermekdedir. Bunu fırsat-ı ganîmet bil. Öldüğü gün kapanır defter.

Anan yâhud baban hıristiyan olsa, onu kiliseye götürmezsin, ama "götürmem" de diyemezsin, kaçarsın gidersin. Eğer kendi başına kiliseye gittiyse, sırtına yüklenip eve getireceksin. Anan bana sana Allah'a isyân emirleri verirse dinlemezsin, zirâ Allah'a isyânda kula itâat olmaz, bu gibi emirleri dinlemezsin fakat "yapmayacağım" da demezsin, kaçarsın, tevilli konuşursun. Anaya babaya itâat, bu kadar mühim!

Anana babana hürmet ve merhamtle muamele et. İşine giderken onların ellerini öp, "bir emriniz var mı?" diye sor. Akşam evine döndüğün zaman ananı kucakla, babanın ellerini öp, huzûrlannda edeble otur. Onların yüzlerine merhamet ve sevgi ile nazar eyle ki, Allah da, sana merhamet nazarı ile nazar eyleye. Onların sevdiklerine hürmet göster. Eğer rahmete kavuşdular ise, onları her gün rahmet ile, Kur'ân ile yâd eyle. Hayatda kalan dostlarına, anan-baban nâmına hürmet ve saygı göster ki haklarını edâ etmiş olasın. Sen anana ve babana bu güzel muameleyi, Allah'ın sevdiği şeyleri yaparsan, evlâdın da sana aynı güzel şeyleri yapar. Sen onlara fenâ muamele edersen, evlâdın da sana aynı kötü muameleyi edecekdir. Etme-bulma dünyâsıdır bu! Ne ekersen, onu biçersin. Merhamet edersen, merhamet olunursun. İhsân edersen, ihsan olunursun. Hakâret edersen, hakâret olunursun.

Anana babana ne yaparsan evlâdında da sana onu yapacakdır. Bunu hiç unutma sakın ha! Ne yaparsan onu göreceksin, hayır ve şer. Babana, anana ne muamele yapdınsa, çocuklarından onu göreceksin. Dedene ne muamele yapdınsa torunlarından onu göreceksin.

Kardeşlerim! Ana ve babamız hayatta iseler, onların kadr ü kıymetlerini bilelim. Eğer şimdiye kadar cehâletimiz sebebiyle, onların ind-i ilâhîdeki mevkilerini bilmeyerek, itâatte ve ihsânda kusûr ettiysek, bundan böyle rızâlarını alalım. Zîrâ ana ve babamızın rızâsı, Allah'ın rızâsına, onların gadabı, Allah'ın gadabına sebep olacağını, Allah Resûlü haber vermiştir. Eğer onların rızâlarını almadan âhirete gittiyseler, ne yapmamız lâzım geldiğini bilmek ve onların âhiret âleminde iken bizlerden râzı olmalarının nasıl mümkün olacağını öğrenmek isterseniz, aşağıdaki tavsiyelerimi tutunuz. Beş vakit namaz kılıyorsak, Allah'a vücûd şükrünü yapmış oluruz. Ebeveynimiz, ister sağ, ister ölmüş olsun, beş vakit namazın arkasından onların affı ve mağfireti için duâ etmemiz lâzımdır ki, onlara olan teşekkürümüzü de îfâ etmiş olalım. Ana-babamızın dostlarını ve dostlarının evladlarını ziyâret etmek de, ana-babamızın haklarındandır. Ana ve babanın dostlarına yapılan ihsân ve ziyâretin, ana ve babaya yapılan ihsân ve ziyâret gibi olduğunu Resûlullah haber vermiştir.

Untitled 

Aynayı kırmaya kalkma, yüzündeki karayı sil!

Evvelâ nefsine vaaz edeceksin sonra gayra!

Hakkıyla mü'min ol, o vakit hayrı şerri göreceksin, her şeyi sezeceksin. Çok insan göreceksin, zâhirde insan hakîkatde kimi maymun, kimi domuz, kimi yılan, kimi akrep. Zâhirde insan. Allah gösterecek, perdeyi kaldıracak sana göreceksin bunu. Ama söyleme sakın hâ! Kimsenin yüzüne vurma kabahatini. Allah nelerimizi görüyor, nelerimizi biliyor, hiç bir zaman suçumuzu ortaya koyup bizi rezîl etmiyor, örtüyor Allah. Settârdır. Sen de setreyle. O makâma erersen eğer. Eğer ermeyip de avâm makâmındaysan gene setret. Sen başkasının günahını ört ki Allah senin günahını örtsün. Halkın günahını açarsan, senin de günahını açarlar sonra, seni de rezîl ederler. "Men dakka dukka"dır, çalma kapıyı çalarlar kapıyı.

Diyor ki Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, "Bir mü'min diğer mü'min bir ayıpdan dolayı ayıplarsa, o ayıbı yapmayınca o mü'min, ölmez". Mutlaka yapıyor. Birisi vardı, lokantaya beraber giderdik, Allah münâsibse rahmet etsin, üstüne mutlakâ yağ damlatırdı, ben de iğrenirim bundan. Her seferinde böyle. O vakitler biz damlatmazdık. Şimdi ben damlatıyorum.

Kimseyi kınama sakın ha! Kimseyi sakın ayıplama! Ayna gibi ayyâb olma! “Efendim, ben yapmadım ki" diyerek ucuba düşme sakın! Belki bu güne kadar yapmadın ama bundan sonra o kabâhati senin de yapmayacağın ne ma'lûm? Yarın ne olacağımız belli mi?. Biz nice ârifler gördük ki sonradan başka türlü hâllere döndüler, nice fâsıkları da gördük ki veliyyullah oldular. Hiç kimsenin mâzîsiyle de uğraşma! "Vaktiyle bu adam sefîh bir adamdı, siz bunun sofuluğuna bakmayın" gibi laflar etme! "Et-tâibü mine'z-zenbi ke men lâ zenbe leh" hadîs-i şerîfi ile sâbitdir ki tövbe, bütün geçmiş günâhları temizler. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem buyurmuşlardır ki : "Bir mü'min diğer bir mü'mini bir ayıbından, kabahatinden dolayı ayıplarsa, ayıplayan mü'min o ayıbı işlemeden ölmez" Yani ölmeden önce o kabahati mutlaka o da işler. Dört şey bizim şiârımız olmuşdur ki bunlar İslâm'a ve Allah'ın rızâsına muhâlifidir : "Ben yiyeyim sen yeme, ben iyiyim sen fenâ" Halbuki düstûrumuz şu olmalı : "El yahşî ben yaman, el arpa ben saman"

Kimsenin ayıbını arama, kendi ayıbını ara. Kendi ayıbını ararsan, kimsenin ayıbını görmezsin. Muhâtabının bir ayıbını görürsün, kendinin bin ayıbını biliyorsun. Ayıp arama! Ayna gibi olma! Kimseye hakâret etme! Hakk'a karîb olan ehl-i vuslat halkın içindedir. Başlarına bayrak takmazlar. Bunun manâsı nedir bilir misin? Bütün mü'minlerin birbirine hüsn-i teveccüh etmeleridir.

Yüz sene evvel nerdeydin, yüz sene sonra nerde olacaksın?

İki şeyi unutursan helak olursun. Biri Allah'ı biri ölümünü.

Vaktiyle milyonları olanlar, şimdi kabristanda azâb çekmekdeler. Pâdişahlar var, kafdan kafa hükmetmişler, azâbdalar ve akşam sabah da nâra arz oluyorlar. Yarın öbür gün sen de ben de gideceğiz. Sırtımızdan bu libâsı alacaklar bizim. Düşün onu, o günü hatırına getir. Unutma onu sakın ha! Onu unutduğun gün helâk olursun. Allah'ı unutduğun gün helâk olursun, ölümü unutduğun gün helâk olursun. Çalışma, otur ma'nâsına değil. Elin kârda, gönlün yârda olacak. Helâlından çalışacaksın, iffetinle çalışacaksın, nâmûsunla çalışacaksın, Allah'ın istediği gibi çalışacaksın. Hudûdu geçme.

Böyle "Efendim, ben gencim daha, biraz havâî dolaşayım" filan deme. Amân evlâdlarım, aman kardeşlerim, aman ağabeylerim, aman yaşdaşlarım, hiç güvenmeyiniz. Bizi takîb eden bir kuvvet var arkamızda. Onun kılıcının kimin ensesine ne vakit ineceğini, gence mi ihtiyâra mı bilmiyoruz ve hiç kimse de bilmiyor. Hastanın başında ecelli doktor dolaşıyor. Doktor ölüyor, hastayı tedâvî ederken. Onun için bu gelici, bir gün ansızın gelecekdir.

Bir katre menî oldun geldin, sonra türâb olacaksın. Çok uzak değil, yakın bir zamanda! Bundan elli sene evvel bu câmide ne ben vardım ne sen vardın. Yüz sene evvel bu dünyâdaki insanların hiç biri yokdu, başka insanlar vardı. Yüz sene sonra da yine böyle olacak. Bunu sen de görüyorsun. Hani ceddin, hani baban, hani deden, hani pâdişâhlar, hani kırallar, hani nebîler, hani peygamberler, hani mürseller, hani zâlimler, hani hâinler, nerelerde bunlar? Herşeylerini bırakdılar, bir kefene sarındılar,  âlem-i fânîden ayaklarını çekdiler, âlem-i bâkîde karâr eylediler. Yerlerinden memnûnlar mı acabâ? Onlardan hiç bir haber alamıyoruz değil mi? Yaa! Yakın bir zamanda biz de onlara mülhak olacağız.

Câmi yapılır, yıkılır. İnsan doğar, ölür. Hani bir cenâze gidiyormuş da, adamın biri, cenâzenin peşinden gidenlere sormuş, "Kim bu?" demiş. "Filanca hocaefendi" demişler. Meraklı adam, "Neden öldü?" diye sormuş. Malum ya, insanlar hep bir hastalık arıyorlar. Hani, melekü'l-mevt, rûhları kabzetmekle emrolunduğunda, "Yâ Rabbi, ben rûhları kabzettikçe halk bana buğzeder, benden nefret eder" diye niyâzda bulununca, Cenâb-ı Hakk "Ben onlara seni unuttururum, onlar ölümü senden bilmezler, hastalıkdan bilirler" buyurmuş ya. İşte o adam da merakla "Neden öldü?" deyince, orada bulunan ârif-i billah bir zât, "Neden olacak, doğduğundan" diye cevap vermiş. Toplanan dağılır, doğan ölür, yapılan yıkılır. Yıkılmayacak bir yer var. Allah mülkü yıkılmaz. Allah'a âid olursan yıkılmazsın. Çünkü Hakk ile berâbersin. Hakk ile Hayy olursun. Hayy ile Hayy olursun.

Melekü'l-mevt yani Azrâil aleyhisselâm, her eve gelir, davetsiz gelir. Her eve uğrayacak, hepimizin yanına yaklaşacak. Sakın ha makâm-ı hakârette "Azrâil gibi adam" diye konuşma! Sakın ha! En son onunla görüşeceksin. "Aleyhisselâm" diye konuş. Ağzını topla! Allah'ın büyük meleklerine, meleklerin resûllerine hürmetkâr ol. Ekseriyâ bizim halk tabakası bilmez, abûsü'l-vecih bir adam gördü mü, "Azrâil gibi adam" der. Sakın ha öyle deme! Sakın ha! Azrâil'in birkaç yüzü vardır. Amelin ne şekilde ise sana öyle görünür. Amelini tathîr et. Aynayı kırmaya kalkma, yüzündeki karayı sil. Yüzünde kara olan aynaya baktığı vakit, aynada kara görür, aynayı kırma, yüzündeki karayı silersen, ayna seni temiz gösterecek.

"Daha gencim, ibâdeti sonra yaparım" dersen aldanırsın. Çünkü ecel, gence, ihtiyara bakmaz. Hacıya, hocaya da bakmaz. Pâdişâha, paşaya da , krala da bakmaz. Geldiği vakit kapıdan geri dönmez. Müslümanlara Hakk'dan selâm getirir, kâfire mühlet vermez. Ölüm geldiği vakit, müslümanlara selâm getirir. Yani melekü'l-mevt dedikleri o büyük melek. Bazen biz, çirkin bir adamı tarif edeceğimiz vakit, "Azrâil gibi adam" filan deriz, estağfirullah, böyle dememeli. En nihâyette onunla aramızda bir hesap vardır. Düşün, karşı karşıya geleceksin. Böyle konuşma. Azrâil aleyhisselâm gâyetle şiddetlidir, şedîddir, şiddetlidir, kâfire karşı. Kâfire hiç şefkati, merhameti yokdur. Allah'dan ne emir aldıysa onu infâz eder. Fakat mü'minlere refîkdir, şefîkdir mü'minlere. Refîkdir ve şefîkdir yani şefkatlidir, merhametlidir. Senin ameline göre yüzü vardır. Amelin neyse, dünyâda ne icrâ ettinse, ne yaptınsa öyle tecellî eder.

Dünyâda en büyük belâ iki şeye mübtelâ olmakladır. Birisi, Allah'ı unutmak, birisi de, ölümünü düşünmemek ve ölümü unutmakladır. Bir kimse bu iki şeyi unuttu mu, o kimse bu âlemden azâb-ı ilâhîye müstehak olur. Birisi, Allah'sız bir gönül, îmânsız bir kalb, secdesiz ve şükürsüz bir vücûd, diğeri ise vuslat-ı cemâle giden yolu unutmak. Çünkü ölüm bâbında, mü'minler için korkulacak bir şey yokdur. Allah Celle Hazretleri, Kitâb-ı Kerîm'inde ilân etmiş : "elâ inne evliyâallah lâ havfün aleyhim velâhüm yahzenûn. Âgâh olunuz, bu âlemden sonraki âlemde, hem de bu âlemde, benim dostlarım için, ne bıraktıklarından bir endîşe, bir keder, ne de gittikleri yerde bir korku vardır".

Kıldığın her namazı son namazın bil! Yetiştiğin her Ramazanı son Ramazanın bil!

Yaptığın ibâdetlerin kabûlü için gözyaşı dökerek Allah'a yalvar.

Sakın ibadetini hırsızlığına alet etme!

Doğan çocuğa ne yaparlar? Sağ kulağına ezân okurlar. Sol kulağına ne yaparlar? Kâmet ederler. Bunun namazı ne vakitdir? Cenâze namazıdır Manâsı şu : Ezan okundu, kâmet getirildi, namaz hemen kılınmıyor mu? O kadar kısa dünyâ hayâtı, işte onu gösteriyor. Ezânı okundu sağ kulağına, sol kulağına da kâmet edildi, hemen namazın kılınacak senin musallâ taşında. Bitdi o kadar.

Cenâze namazı kılıyoruz değil mi? Cenâze namazının kâmeti var mı, kâmeti? Ya ezânı? Cenâze namazının ezânı ve kâmeti nerededir? Niçin cenâzeye namaz kılıyoruz da onun kâmeti ve ezânı okunmaz? Onu soruyorum. Değil mi? Cenâze namazı kılıyoruz, kâmeti ve ezânı yok. Ne vakit okunuyor bunun ezânı acabâ?

 Çocuk doğduğu vakitde, onun sağ kulağına ezân okunuyor, sol kulağına da kâmet ediliyor. İşte bu ezânla kâmet, cenâze namazının kâmeti ve ezânıdır. Nasıl ki ezân okundu, kâmet edildi mi hemen namaza duruyoruz, namaz ile kâmet arasında ne kadar fark var? İşte hayat bundan ibâret. Yani, ana rahminden çıkdık pazara, bir kefen aldık döndük mezara.

Tövbe istiğfâr et, dâimâ hazırlıklı ol. Yolcu adam, ne vakit gideceği malûm olmayan bir adam, tayyâre meydanında, yâhud tren istasyonunda, bir misâl veriyorum sana, aynen böyle, hiç bir farkı yok, tayyâre yâhud tren ne vakit kalkacak bilmiyoruz, yolucuyuz da oraya gitmişiz, bekliyoruz böyle. Bir tarafa ayrılmayız, değil mi? Haydi dediler mi bineceğiz. Ecel aynı bunun gibidir. Hazır dur. Haydi dediler mi eyvallah, bismillahi allahuekber, yallah, tamam.

Gece ile gündüz, bir makasın kollarına benzer. Bir terzi kumaşları makasla nasıl doğruyorsa, gece ile gündüz makası da insanın ömür kumaşını öyle doğramakdadır. Öyleyse ölüm gelmeden hayâtın kıymetini bil ve Allah'a ibâdet et! İhtiyarlık gelmeden gençliğin kıymetini bil ve ilim öğren, marifet öğren. Vaktini sakın boşa geçirme!

Fırsatı fevt etme, yakın zamanda, rûh kuşu beden kafesinden uçacak sonra âh u vâh etmenin faydası olmayacakdır. Ne kazanırsan burada kazanırsın. Arpa eken arpa biçdi. Buğday eken buğday biçdi. Burada ısırgan ek, orada buğday biç, olmaz öyle şey. Onun için Cenâb-ı Hakk beyân etdi harâmı ve helâlı. Şübehâtdan kaçın. Dâimâ Allah'ın helâlına ve Allah'ın emirlerini seve seve yapmaya, o tarafa doğru gayret et. Aklın başındaysa, aklım var diyorsan, düşüncem var diyorsan, insanım diyorsan. Dâimâ! Allah'ın men' etdiklerinden de kaçın. Velev ki zerre olsun. "Efendim zerreden ne olur?" deme. Yangın zerreden çıkar, kıvılcımdan çıkar. Ejderhâ yılanın küçüğünden olur. Koç kuzudan olur. Unutma bunu sakın ha! Onun için dâimâ ibâdet. 

Gençliğine katiyyen güvenme! Rütbene hiç dayanma! Hep gelip geçicidir. Hiç bir hatîbe, hutbesi yâr olmadı, mülk olmadı. Hiç bir hâkime, mahkeme mülk olmadı. Hiç bir imâma, mihrâbı mülk olmadı. Hep gelip geçiciyiz. Ben burada, otuz seneyi tecâvüz etdi, hutbe okuyorum. Bu câmi kaç defa doldu boşaldı. Nereye? Giden gelmedi ma'nâsına değil. Yani öldüler. Göremiyorum eski ahbâb u yârânımızı. Boşalıyor gidiyor. Böyle birer birer topluyor melekü'l-mevt. Hiç belli olmuyor. Duymuyorsun hiç. Bir de bakıyorsun, baban öldü, amcan öldü, deden öldü, komşu öldü derken, şıp, sana sıra gelecekdir. Onun için hemen hazırlığını yap. Kabre seninle berâber kimse girmez ancak a'mâl-i sâlihan, güzel işlerin yâhud a'mâl-i kabîhan, çirkin işlerin seninle berâber kabre girecekdir. Kabir karanlıkdır, nûr ister, oranın nûru tevhîddir, "lâilâheillallah"dır. Kabirde yılan-çıyan vardır, tiryak ister, o da ibâdet ve tâatdır. Aklın başında ise bunları gör. Vaktâ ki Allah gözüne ibret nimetini verir, o vakit büyük adam oldun demekdir. Başladın mı ibretle bakmaya, sana kâfî gelecekdir.

Ölümden kurtuluş yok. O gün için hazırlan. Tekrar tekrar ediyorum, tekrar tekrar söyüyorum. O gün için hazırlan. O günden sonra ağlamanın faydası olmaz. Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme verilen kıymet ve ta'zîm-i ilâhî olmak münâsebetiyle, ümmetine gargaraya kadar tövbe müsâade edilmişdir yani son nefese kadar. Fakat daha evvelden hazırlanmalısın. Hiç gençliğine, güzelliğine, kuvvetine, rütbene, kasana, kesene, orduna dayanma! Ölümden seni hiç bir şey kurtaramaz. Demir kalelere girsen de ölüm seni bulacakdır. O günler gelmeden, hemen fırsatı ganîmet bil, ömür kuşu vücûd kafesinden uçmadan Rabb'ine secde et, Allah'ına kulluk et ki, iki cihâna sultân olasın.

Her fânî ölecek. Biz mezarlıklardan geçiyoruz, ibret almıyoruz. İnsanlara en büyük vâiz ölümdür birâder. Ölümden ibret almayan, ölümden nasîhat almayan kimseden hiç hayır gelmez. Annen gitmiş, baban gitmiş, deden gitmiş, komşun gitmiş hepsi, hiç bir türlü uslanmıyorsun. Eyvaaaah! Vah o göze! O göz ki ibretsiz bir gözdür, senin düşmanındır. Sen düşmanını başının üstünde taşıyorsun. Tefekkür edemiyorsun, o beyin senin dostun değil, düşmanındır, o düşmanını sen kafanda taşıyorsun, kafanın üzerinde. Yazıklar sana! Ölümden ibret almayan hiç bir şeyden vaaz u nasîhat almaz.

Hepimiz ölücüyüz. Ölmek var, olmak var. Hangisini istiyorsun. Bir ölmek var, hayvan gibi. Bir olmak var, Resûlullah'ın âgûşuna düşmek var, kucağına yani Peygamber'in. Hangisini istiyorsun? Ölmek var, olmak var. Buradan giderken, ya "eyne tezhebûne", yâhud "kaddimûnî" diyeceksin. Ma'nâsı Türkçe yani, "Beni nereye götürüyorsunuz!" diyeceksin. Bazısı, "Aman ben yerime götürün" diyecek. hangisini olmak istiyorsun? "Eyne tezhebûne" diyenler âhireti inkâr edenlerdir, azâba müstehak olan âsîlerdir. "Nereye götürüyorsunuz! Aman götürmeyin beni!". İster çelengi olsun, ister davulu olsun, zurnası olsun, isterse altından kubbeli türbeye gömülsün, hiç bir faydası yokdur. Dışarısı mamûr, içerisi harâbdır. Kabrin içini mamûr edecek, zikrullahdır, ibâdetdir, tâatdır, muhabbetdir, aşkdır. Bitdi o kadar.

Her basdığın taşın, yarın yevm-i kıyâmetde, şehâdet edeceğini, Allah, Sûre-i Zilzâl'de beyân etmekde. Her taş, şehâdet edecekdir. Hem iyilik böyle olacak, iyilikler yani a'mâl-i sâlihât, hem de kötülükler. Üzerinde icrâ etdiğimiz kötülüklere de, basdığımız taşlar, fenâlık yapdığımız yerler, bizim aleyhimizde şehâdet edecekdir. Yalnız onunla kalmayacak, hattâ vücûdumuzun a'zâlarının dahi, bizim aleyhimize şehâdet edeceğini, Kur`ân-ı Kerîm nâtıkdır. Elin, ayağın, dilin. Elinle Allah'a karşı isyân yapdınsa, elin senin aleyhine şehâdet edecek, yalan söyledinse, dilin senin aleyhine şehâdet edecekdir, hıyânetle bakdınsa gözün senin aleyhine şehâdet edecekdir. Bu böyle olacakdır!

"Biz kıyâmet gününde ağızları mühürleriz, elleri konuştururuz, ayakları şâhid tutarız, yapdıklarınızdan" diyor Hazret-i Allah. Bütün a'zâ ve cevârih, senin aleyhine şehâdet eder, benim aleyhime şehâdet eder, yâhud iyiliğine şehâdet eder. Şu oturduğun yer, senin aleyhine yâhud lehine şehâdet edecek. Bulunduğun yer, bulunduğun mevki, ticâret etdiğin ticârethânen, hânen, evin, dolaşdığın yollar. Cünüb basdınsa taşlar üzerine, taşlar senin aleyhinde şehâdet edecek, "üzerime cenâbet basdı yâ Rabbi" diye.

 Yaz gününde içdiğin bir bardak soğuk suyun dahi hesâbı sorulacakdır. Onun için verilen nimetin kadr ü kıymetini bil, şükrünü edâ et. Ölmeden evvel de hayâtının kıymetini bil, kendini ibâdet ve tâatda harca. Yani ömrünü buna sarfet. Sonra ağlamanın sızlamanın faydası olmaz. "Bugün tövbe edeceğim, yarın tövbe edeceğim" yâhud "Tekâüd olayım, işlerim biraz hafiflesin" dersen, işin bitdiği gün kapıya zâten teneşir gelir, cansız at yani tabut kapıya dayanır. Hemen başlayacaksın ibâdet ve tâata. Hemen îmânını tâzeleyeceksin. Her ân Allah diyeceksin. Her işinde Allah'la olacaksın, Allah'lı olacaksın, Allah'ı seveceksin, O'nun sevgisini bekleyeceksin, O'ndan korkacaksın. Emirlerini seve seve yapacaksın, cânına minnet bâşınâ tâc bileceksin. Yasaklarından kaçınacaksın, celâlinden korkacaksın.

Bak, bak, iyi dinle! Bir nimet ki onun şükrü edâ edilmez, ister maddî ister manevî, Allah o nimeti, kulun elinden alır. O kadar söylüyorum. Sen benim bu sözümü tefekkür et, tefekkür et, düşün ne demek istediğimi. Îmânın kıymetini bilmezsen îmân elinden gider. Salâtın kıymetini bilmezsen dînin elinden gider. Namazın kadr u kıymetini bilelim. Bil kıymetini, dînine ve îmânına sıkı sarıl. 

Ey delikanlı! Biz de sizin gibi gençdik. Yaşlılar da öyle. Ölenler de böyle bizim gibi yaşıyorlardı vaktiyle. İki kapılı bir han, konan göçer, karar olmaz. Fakat bir adam pazara çıkar, bir şey alır döner, dünyâya gelmek bunun gibidir. Yani o kadar kısa. Küllü âtin karîb. Çocukluk derken gençlik, gençlik derken dinçlik, dinçlik derken ihtiyarlık, derken o tarafa doğru gidiyorsun. O kadar kısa hayat. Ne alacaksan, bu kısa zamanda, pazardan onu alacaksın. Ana rahminden çıkdın pazara. Götüreceğin de bir arşın kefen, kısmet olursa. Bir kefen aldık döndük mezara, bu kadar hayat. Hayat kısa fakat ma'nâsı çok uzun.

Sana necât, kurtuluş, ebedî saadet Hazret-i Allah'a îmân, yakîn bir îmân, sâhib-i ihsân olman ve Resûlullah Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmın Hakk tarafından getirdiği bu Dîn-i Ahmed'e ittibâ etmen, bu yola baş koymandır. Sana felah budur, saadet budur. Yüz tane fakülte bitirsen, yüz tane fakültenin diplomaları kabrin hâricinde kalır. Âhiret tarafında sana hiç bir menfaati olmaz.

Sizi belki sıkdım, üzdüm ama bunda bir kasdım yok şahsî, ferdî olarak. Sırf Allah rızâsı için sizi Hakk'a davet etmek için söyledik. Allah şâhid olsun, yerler şâhid olsun, melekler şâhid olsun, sırf Allah'a davet etmek için konuşdum size böyle. Sakın bana gücenmeyin. Konuşduğum sözler belki size dokunabilir, bazı sözlerim fakat sakın bana gücenmeyin, hüsn-i niyetle alınız. Sizden korkduğum için konuşmuyorum bunu, kalbinizi kırmış olmayayım Ramazan'da, üzüntüyle gitmeyin buradan. Buradan çıkdığın vakitde, saâdete er, safâya er. Safâya er! Allah'la mülâkât yapıyorsun, Allah'la konuşuyorsun, Allah'a ibâdet edeceksin, Allah'a secde edeceksin. Allah'ın kelâmını işitiyorsun, Allah Resûlü'nün tatlı sözlerini işitiyorsun. 

Seni cennete, rızâya, rıdvâna, mağfirete, rahmete davet ediyorum.

Vaktinin ve sıhhatinin kıymetini bil!

Zamanın kıymetini bil, sakın boşa geçirme!

Hastalık gelmeden, ki sana mevûddur hastalık, sıhhatinin kadr u kıymetini bil. İbâdet ve tâatını icrâ eyle. Bir gün gelir ibâdet ve tâata kuvvetin ve kudretin kalmaz. Çünkü hastalık gelir. Tabii bunlar, bu konuştuğum sözler, gözlerinde ibret olan, kâinâta ibretle bakan kişiler içindir. Yoksa bakar gibi bakanlar bundan bir şey anlayamazlar. Hastahâneye gider bakar, hastayı görür de, zanneder ki, yalnız o hastaya hastalık var, kendine yok zanneder. Cenâzenin namazını kılar da zanneder ki, o kişi öldü, kendi ölmeyecek zanneder. Âkil olan kişiler, basdığı yerden ibret alırlar. Basmış olduğun yer, hangi mahbûbun, hangi mahbûbenin dudağıdır ve yanağıdır? Nice pâdişahların kemikleridir? Bizim gibi gelmişler, yaşamışlar, geçmişler. Onun için hastalık gelmeden sıhhatinin kıymetini bil, sıhhatli iken Cenâb-ı Hakk'a ibâdetde bulun. İbâdet ve tâatda bulunan sıhhatli müslüman, hasta müslümandan Allah'a daha sevgilidir.

İyi dinle! Allah aklını elinden alırsa, bütün dünyâ senin olsa seni dinlemezler. Sana bir vasi tayin edip seni içeri atarlar. Ben çok gördüm, içeri gitdim geldim, sarıklı olduğum için. Cenâze aldık oradan biz. Milyonları varmış, içeri atmışlar, orada dolaşıyor, donsuz dolaşıyor hem de. Malı filan fayda vermemiş kendisine, menfaat vermemiş, malı, kasası, kesesi, rütbesi. Git, gör! İbret için. Neyine güveniyorsun! Semâdan başın ataş mı yağsın bekliyorsun? Yoksa toprak mı seni yutsun onu mu bekliyorsun? Git gör gözünle. Git! Paralarına güvenenler, rütbelerine dayananlar gidin görün! Tımarhâneyi gidin görün, size n büyük ders. Beni dinleme. En büyük vâiz, aklın başında ise eğer. Benim vaazım kaç para eder. Fiiliyâtı göreceksin.

 Git hastahânelerde dolaş. Milyonları var, bir katre su çıkaramıyor, içmiş kalmış öyle. "Aman" diyor, "ne istersen vereceğim, şu suyu al" diyor. Suyu içemiyor, bir lokma ekmeği yiyemiyor, konuşamıyor. Hep bunlar bizim için. Allah'a isyân mı edeceksin gene?

Meselâ bir Dârülaceze var, hiç gittin, ziyâret ettin mi? Etmedin, etmen lâzım. Hâline şükretmen için, bir defa oraya gitmen lâzım. Hâline şükretmen için, Rabbine şükretmen için hastahâneye gitmen lâzım, hastaların hâlini görmen lâzım. Ama ibretli bir gözle görmen lâzım. Gittin, baktın, hiç bir ibret almadınsa eğer, onu hayvan da bakıyor öyle. Hayvanın da gözü vardır, hayvanın da kulağı vardır, onun da lisânı vardır. Çünkü orda yatan hasta, o da senin gibi sıhhatli bir insandı. Onun da sevenleri vardı. Her şeyi elinden gitmiş. Mal mülk sâhibi olmuş fakat altından tasa kan kusuyor. Onu göreceksin, ondan ibret alacaksın.

Hastahânelere gitdiğin vakitde, o hastalara, "onlar hasta oldu, ben hasta değilim diye bakma". Sıhhat bir nimet-i uzmâdır ki, o sıhhat üzerine hiç bir devlet olamaz. En büyük devlet ü seâdet sıhhat u âfiyetdir. Bilmiş ol ki hastahânelerde bugün yatanlar, inim inim inleyenler, onlar da bizim gibi sıhhatli, âfiyetli insanlar idi. Şimdi gözleri görmez, kimi kanser, kimi ülser olmuş, kimi bilmedik nice Allah'ın derdleri var, onlardan birine mübtelâ olmuş. Çünkü Allah'ın cünûdu vardır, orduları vardır ki istediklerini o şekle koyar Allahu Teâlâ Hazretleri. Onlar böyle bakıp duruyorlar. Bilmiş ol ki, istikbalde ne malûm senin böyle olmayacağın? İbret ile bakmazsan olmaz. 

Hastahânelere gittiğin vakit, o hastalara, "Onlar hasta oldu, ben hasta değilim" diye bakma. Sıhhat bir nimet-i uzmâdır ki, o sıhhat üzerine hiç bir devlet olamaz. En büyük devlet ve saadet sıhhat ve âfiyetdir. Bilmiş ol ki, bugün hastahânelerde yatanlar, inin inim inleyenler, onlar da bizim gibi sıhhatli, âfiyetli insanlar idi. Şimdi gözleri görmez, kimi kanser, kimi ülser olmuş, kimi Allah'ın bilmedik nice derdleri var, onlara mübtelâ olmuş. Çünkü Allah'ın cünûdu vardır, orduları vardır ki, istediklerini o şekle koyar, Allahu Teâlâ Hazretleri. İstikbalde senin böyle olmayacağın ne malum? İbret ile bakmazsan olmaz.

Cenâze namazı kılıyorsun, değil mi? "Ona var, bana yok" diye kılıyorsan eğer hiç kıymeti yok. Cenâze namazına durduğun vakit, "Tabutun içerisinde ben yatıyorum, benim çoluğum çocuğum yetim kaldı" diye düşüneceksin. Çünkü bir gün o senin de başına gelecek. Kurtaramayacağız kendimizi o işten. Böyle kılarsan ibret alırsın, hak yolu bulursun, Allah'a mülâkât edersin. Yoksa "Ona var, bana yok" diye kılarsan faydası yok.

Basdığın toprak sana neler söylüyor, haberin var mı ondan? "Ben hangi güzel hanımın yâhud güzel bir kızın yanağıyım, dudağıyım" diyor. Basdığın yerdeki otlar sana ne söylüyor? "Ben hangi kızın güzel zülfüyüm" diyor. "Sen de birgün bu hâle geleceksin" diyor. Bunları görmezsen eğer, olmaz!

Sofuluğuna, zühdüne, ibadetine, malına, mülküne, kasana, kesene, rütbene sarhoş olma! Diğer içkilerin sarhoşluğu üç-beş saat devam eder ancak zühdüne, ibâdetine, makâmına, rütbesine sarhoş olanlar ancak kafası teneşir tahtasına vurduğu vakit ayılırlar!

Gençliğine, kuvvetine güvenme! Makâmının, rütbenin büyüklüğüne dayanma! Nice idam sehpalarına başvekaletin iskemlesi ile gidilmişdir. Bazan Allah, kulunu kaldırır, kaldırır, kaldırır sonra en yukarıdan aşağı bırakıverir! Bunu hiç hatırından çıkarma! Dünyâda fânî olduğunu hiç unutma!

Mü'min kardeşinin yüzüne bakacaksın, yüzünün sarardığını anlayacaksın. Mahallenizde dul mu yok yetîm mi yok? Neyine güveniyorsun? Yarın Allah senin de rûhunu kabzeder, paran kasada kalır, çocukların yetîm oluverir. Bir de arkadan senin bir dostun çıkar, yani sana dost gibi görünen biri, paranın üstüne oturuverir, çocukların sürünür. Neler gördük öyle biz.

Mal da lâzım, mülk de lâzım, servet ü sâmân da lâzım, rütbe ve makam da lâzımdır ama bunlara muhabbet etmemelidir. İnsanın helâya ihtiyacı vardır, ihtiyacı var diye bütün ömrü boyunca içine girip oturmaz, ihtiyacı olduğu vakitte o işi görür!

Cebinde çok olsun, kalbinde yok olsun!
(Sünnet çocuğuna para verirken zarfın üzerine yazdırırlardı)

Bütün dünyâ senin olsa bile gerçekde Hakk'ın olduğunu bil!

İslâm zulümle pâyidâr olmaz küfür adl ile pâyidâr olur.

Halkdan isteme Hakk'dan iste!

Allah'dan gayrından bir şey isteme! Allah'dan iste! Kimden ne istiyorsan, istediğin zâten Allah'dan istiyor. Ona da Allah vermiş, sana da verir. İsteyecek misin? Mâlike'l-mülk'den iste. Mâilke'l-mülk'den iste yani Allah'dan iste!

Yaptığın hayrı unut! Eğer yaptığın hayrı unutmazsan o hayırdan sana hayır gelmez!

Şöhret, kişinin kemâlini geçerse âfet olur!

Ceddine lâyık ol
Kâinâta fâik ol
İnsanlığa hâdim ol
Mahlûkâta müşfik ol

Emâneti ehline ver! Üstâdından öğrendiğini ehline öğret!

Her işte Allah rızâsını gözet! İnsanların dedikodusuna aldırma!

Dînin, vatanın, milletin için hiç ölmeyecek gibi çalış! Yarın ölecekmiş gibi âhiretin için çalış!

Hiç ölmeyecek gibi bu âleme çalış çünki senin dînin, devletin, milletin ve insâniyyet ölmeyecekdir. Onlara hizmet et. Kula hizmet Hakk'a hizmetdir. Kullardan gördüğün nimete teşekkür, Hakk'a teşekkürdür. Fakat her şeyi Hakk'dan bil. Allah'dan bil, kuldan bilme. O perdeyi önünden kaldır. Bazı insanın ibâdeti bile Allah ile arasında perde olur.

 Yalnız okumakla kalma. Ey fakülteyi bitiren! Koluna bir sanat, koluna bir sanat, altın bilezik tak. Sanat, altın bilezik. Bir gün senin okuman geçmez, o sanat seni kurtarabilir, iffetini, ırzını, nâmûsunu. Mutlakâ bir şey öğreneceksin. Sen fakülteye gitmeyen! Sen de öyle. Bir sanata da kâni' olma, bir sanat kâfî değil, iki tâne öğren, üç tâne öğren. İki günü müsâvî kılan zarardadır. İki günü müsâvî kılan zarardadır.

Beş vakit namazını kılıp da çalışmak, o da ibâdetdir. Kılmadan çalışırsa, yarım ibâdet olur o, tam ibâdet olmaz. Çalışmadan ibâdet ederse gene yarım ibâdet olur. Hem ahrete hem dünyâya çalışacaksın. Bir kuş iki kanatla uçar, tek kanatla uçmaz. Onun için, "rabbenâ âtinâ fi'd-dünyâ hasene ve fi'l-âhireti hasene", hem dünyâda haseneyi Allah'dan iste, hem ahretde haseneyi iste. Tek kanatla uçamazsın. Helâl-ı minallah çalış, kimseye muhtâc olma, nâmerde el açma, alnının terinle kazan, ondan zevkli bir şey yokdur. Ağlayanın göz yaşını sil, ibâdet ve tâatını yap. Allah'a olan vazîfeni, cemiyete olan vazîfeni, kullara karşı olan vazîfeni, sonra nefsine karşı olan vazîfeni yapmakla mükellefsin.

Hiç ölmeyecek gibi dünyâya çalış, yarın ölecek gibi âhirete hazırlan.

Bu sözle senin şahsında dînin, milletin ve devletin kasdedilmişdir. Dîninin, milletinin ve devletinin kıyâmete kadar bekâsı için çok çalışman lazımdır. Beri tarafda, nefsin için yarın ölecekmişsin gibi âhirete hazırlanman gerekir. Zîrâ sen de her kul gibi ölüme namzedsin. Sen ölümlüsün ammâ milletinin ve dîninin kıyâmete kadar bâkî kalması için de çalışman şartdır. Eğer çalışmazsan, okumazsan, anlamazsan, marifet ve san'at sâhibi olmazsan, düşmanların seni yaşatmazlar. Kâfire esîr, zâlime uşak olursun. Oğlunu-kızını çalarlar, kendilerinden yaparak, senin başına belâ ederler. Seni evlâdınla terbiye ederler. Kızının iffetini, eşinin ismetini gözünün önünde kirletirler. Sonra seni dîninden döndürür, câmilerini kilise, türbelerini meyhâne, kabristânını park, Kur'ân'ını kese kağıdı, dîn kitaplarını tahâret kağıdı yaparlar. Sinemalarında, tiyatrolarında, karikatürlerinde sana ve mukaddesâtına hakâret ederler, ibâdetinle alay ederler, îmân ve itikâdınla oynarlar. Bu duruma düşmek istemiyorsan, tembelliği bırak, dînin ve milletin için hiç durmadan çalış!

Vatanına, milletine, insâniyyete öyle çalışacaksın ki, senin milletin, senin devletin, senin dîninin sâlikleri kıyâmet gününe kadar dünyâda pâyidâr olsunlar, hür yaşasınlar, hür Allah desinler, hür olarak Allah'a secde etsinler.

Kırk yaşında emekliye ayrılıyor. Tam iş yapacak memlekete. Öğrenmiş yolları, işin kolayını öğrenmiş, ayrılıyor. Nedir bu! Kızmayın emekli varsa. Memlekete çalışın diyorlar, memleket için çalışsanıza! Çalışalım haydi! Niye ayrılıyorsun işden! Kızmayın bana. Bir müftüyü görüyorum, genç bir adam, ben kitâb satıyordum, benden kitâb aldı, o vakit ufacık çocukdu, okudu müftü oldu. Sonra şimdi gördüm sordum, "Tekâüd oldum" diyor. Allah Allah! Peygamber diyor ki, "Utlubü'l-ilme mine'l-mehdi ile'l-lahdi, siz beşikden ölünceye dek ilim tahsîl edeceksiniz, öğreneceksiniz". Gene "utlubu'l-ilme velev kâne bi's-sîni, farîzatün alâ külli müslimin ve müslimetin". Sadaka Resûlullahi Rabbi'l-âlemîn. "İlim farzdır, Çin'de dahi olsa, kadına erkeğe" diyor Peygamber. "Çalışacaksınız" diyor. "Kıyâmet kopsa, elinde bir dal varsa, onu dikeceksin" diyor Peygamber. "Yolda çöp var, kaldıracaksın" diyor. "Sokağa atmayacaksın, kaldıracaksın o pisliği" diyor. Kimin? Kimin olursa olsun. Bunları Avrupalı yapıyor ama. Ben gitdim gördüm. Köpek pisledi, herif çıkardı mendilini yerden pisliği aldı, köpeğinin pisliğini eliyle. Bizimki evdeki çocuğunun pisliğini sokağa döküyor. "Oğlum, çöp tenekesini câminin bahçesine bırakıver, döküver oraya" diyor. Fesübhânallah!

Zamânımızda genç insanlar görüyorum, adam kırk yaşında tekâüd oluyor. İnsan kırk yaşında tekâüd olur mu? Kırk yaşına kadar tecrübe gördü, memleket tecrübesi gördü, vazîfe tecrübesi gördü, asıl bundan sonra ondan istifâde edeceğiz biz. Adam kırk yaşında tekâüd oluyor! Ben kitâbçıydım, çocuk talebeydi, gelip benden kitâb alıyordu, geçenlerde gördüm, "Ne yapıyorsun?" dedim, "Tekâüd oldum" demesin mi! Ben kaç senedir çalışıyorum. Elli dört seneden beri çalışıyorum, 30'dan beri çalışıyoruz biz, elhamdülillah. 

Yarını görmeyen kördür! Yarın için hazırlanmayan ahmakdır! "Bugün yiyeyim içeyim, bayram yapayım, yarın ne olursa olsun" demeyeceksin! Hazırlanacaksın! Beş yüz sene ileriyi göreceksin! Vatanın milletin için, bin sene ileriyi göreceksin. "Bugün yiyeyim içeyim, yarın ne olursa olsun" demeyeceksin! Olmaz öyle şey!

Hakkıyla ticâret yapanlar Allah'ın dostudur. "el-kâsibü habîbullah", yazıyoruz ya dükkanlara, adam kandırmak için! Müslümanlar böyle, "en-nezâfetü mine'l-îmân" yani "temizlik îmândandır" yazısı orada duruyor, kendisi pislik içinde. Temizlik yalnız levhasında var. "El-kâsibü habîbullah"ın manâsını bilmez. Levhayı adam kandırmak için kullanıyor. Müslüman geliyor, yazıyı görünce işyeri sâhibini müslüman zannediyor içeriye giriyor. Manâsı şu, kisb eden yani alışveriş yapan Allah'ın dostudur. Ama doğru alışveriş yapan, doğru tüccar, dürüst tüccar Allah'ın dostudur manâsına gelir. Onun için hiç bir müslüman tufeylî yaşamaz, mutlakâ bir iş yapması lâzımdır, ihtiyar da olsa. "Sırt üstü yatayım" yok. Yazın varsa yazı yazarsın, okuman varsa okursun, ticâretin varsa ticâret yaparsın. Bir şey yapman lâzım gelir. Ama dürüst, doğru. Özün sözün doğru olacak.

Ne yaparsan yap, hep aşk ile yap. Aşksız yapılan işden hayır gelmez. Her işi aşk ile yapacaksın.

Mâdem ki mü'minsin öyleyse dâimâ "HAKK" üzerinde bulunacaksın. Gönlün ALLAH'lı olacak. Ef'âl u harekâtın da ALLAH'lı olacak. Her işde Allah rızâsını arayacaksın ve herkesi "HAKK"a da'vet edeceksin ve "HAKK"ı tavsiye edeceksin.

Terâzini doğru tut, doğru tart, doğru ölç. Alışverişini doğru yap. Özün sözün doğru olursa gözün de doğru olur. Özün sözün doğru olursa gözün de doğru olur, gözün doğruyu görür yani Hakk'ı görür. Hakk'ı burada görmezsen o tarafda göremezsin. Hakk burada görülür, cennet buradan alınır. Herkesin makâmına göre söyleyeyim. Hakk rızâsı da buradan alınır. O tarafda bir şey alamazsın, iş geldi geçdi.

İbâdet ve tâatınıza dikkat ediniz ve dürüst olunuz. Özünüz sözünüz, doğru olsun, dürüst olsun. İnsâniyyete hâdim olunuz. İnsanlığı seviniz. Allah'ın en sevmediği kişiler, insanlığa hıyânetlik yapan kişilerdir. Onlar Allah'ın en sevmediği kullardır. Hattâ bir kâfir dahi insanlığa hizmet etse, nihâyetinde Allah ona îmân nasîb eder. Bir adam mü'min de olsa, insanlığa fenâlık yapsa, sonunda îmânı elinden selb olur gider.

Zamânımızda genç insanlar görüyorum, adam kırk yaşında tekâüd oluyor. İnsan kırk yaşında tekâüd olur mu? Kırk yaşına kadar tecrübe gördü, memleket tecrübesi gördü, vazîfe tecrübesi gördü, asıl bundan sonra ondan istifâde edeceğiz biz.

Hak ve hukûka riâyetkâr ol. İnsan hakkı, kâfir hakkı, hıristiyan hakkı, yahudi hakkı, hayvan hakkı, hepsine riâyetkâr ol. Velev ki bir zerre olsun, zerre. Velev ki bir zerre! Yani güneş vurur, yerden tozcukları kaldırır, o tozcukların her bir tânesi bir zerredir. Velev ki o kadar olsun. Hayır ve şer her ikisini de göreceksin. "fe men ya'mel miskâle zerratin hayran yerah, ve men ya'mel miskâle zerretin şerren yerah". Hayır yapan zerre kadar hayrın mükâfâtını, şer yapan da mutlakâ şerrin belâsını görecekdir. Hiç bir şey Allah indinde unutulmaz.

Hayır ve şer, Allah indinde zerre zerre aranır. Zerre kadar hayırla da kurtulabilirsin, onu da anlatayım sana, zerre kadar bir hayır. Onun için zerre kadar hayra koşacaksın, zerre kadar kötülükden kaçınacaksın. Allah'ın hangi şeyde rızâsı, hangi şeyde gadabı olduğunu bilmiyoruz. Hangi ibâdet ve tâatda Allah'ın rızâsı var, hangi amelde Allah'ın gadabı vardır bilmiyoruz. Onun için dâimâ zerre kadar iyiliğe koşacaksın, yapacaksın, zerre kadar kötülükden kaçınacaksın. "Efendim bu günah küçükmüş, ne olmuş" demeyeceksin. O küçük günah adamın başına büyük belâlar açar. Yangın kıvılcımdan çıkar. Gemide ufak bir delik olursa, gemi suya gark olur. Allah'a isyân, isyândır, günahı küçük günah-büyük günah diye ayırma hiç. İsyan isyandır yalnız cezâ bakımından fark vardır. Küçük günahda az yanar, büyük günahda çok yanar. Günah mikdarı yani.

Yakın bir zamanda gayb zannettiğimiz şeyler meydana gelecek, var dediklerimiz yok olacakdır. Güvendiğimiz dağlara karlar yağacak, dayandığımız duvarlar yıkılacakdır. Rütbeler, kasalar, keseler, ilgâ olacakdır. Ne parana sâhib olabilirsin, ne evlâdına. Ancak temiz bir kalbe mâlik oldunsa, o kalbi Allah'a îmân ile doldurdunsa, o kalbi aşk-ı Muhammed'le süsledinse, "yevme lâ yenfe'u mâlun velâ benûn illâ men etallâhe bi kalbin selîm", kalb-i selîm sâhibi isen, o vakit senin için faydası vardır, yoksa ne evlâdın, ne kasanın, ne masanın faydası olur. Belki bu âlemde sâhib oldukların başına belâ olacakdır, kasan, kesen, rütben. Vazîfende adâletle bulunmadınsa senin başına belâ olacakdır. Malı Allah yoluna sarfetmedinse, haramdan kazanıp harama sarfettinse, başına belâ olacakdır. Çünkü helâlın hesâbı, harâmın azâbı vardır. Hakk Teâlâ unutmakdan münezzehdir. Allah görür, Allah işitir, Allah bilir.

Vezkur rabbeke kesîran... 

Sevdiğin bir kimse ya da sevgilin sana bir mektup gönderse, o mektup da anlamadığın bir lisan ile yazılmış olsa, mektup gece bile gelse, kapı kapı dolaşıp ne yazıyor diye sorar öğrenirsin...Allah'ı sevenler de Kur'ân'ın ma'nâsını bu şekilde öğrenip, âşinâ olurlar.

Kur'ân okunurken konuşulmaz! Allah kelâmına ne kadar hürmet edersen o kadar yükselirsin.

Kur'ân okunurken sakın arkanızı dönüp gitmeyin! Böyle yapanlar "ve men a'rada 'an zikrî" âyetinin tehdîdine muhâtab olur!

Kur'ân'a hürmet nasıl olmalı?

Kur'ân-ı Kerîm'e tutunduğumuz zamanlarda, bütün dünyâ bizim olup, azîz olan kitâbullah bizleri de azîz etmişdi. Kitâbullahı terk edince, girdâb-ı belâya düşüp, helâk ve zelîl olduk. "Efendim, hürmet ediyoruz ya hemen her evde bir Kur'ân var, duvarda asılı duruyor, öpüp başımıza koyuyoruz" dersen, senin hürmet ettiğin Kur'ân değil, Kur'ân-ı Kerîm'in kalıbıdır. Yani kağıdı, mürekkebi ve ma'nâsının kalıbı olan harfleridir. Hürmet edenimiz, Kur'ân'ın kalıbına hürmet edip, rûh-i Kur'ân olan ahkâm-ı ilâhiyyeyi ayak altı ediyor. Meselâ, yalancı olan birisi, zâhirde Kur'ân'ın kalıbına hürmet etse bile, hakîkatte Kur'ân'ı ayakları altında çiğnemektedir!...Çünkü Allah doğruluğu emretmiş, yalanı men' etmişdir...Diğer fiiller de buna kıyâs oluna...

Gâfiller Kur`ân-ı Kerîm'i okumasını öğrenmezler, okumazlar yâhud da "Ma'nâsını bilmiyoruz, niye okuyalım ki" diye ukalâlık yaparlar. Kur`ân'ın ma'nâsını bilmesen dahi elfâzını okumak zikrullahdır. Okuya okuya bir gün onun ma'nâsını sana Allah söyler.

Dâimâ söyleriz. Kur`ân-ı Kerîm'i oku. Ma'nâsını anlamasan da yine oku. Anlamaya gayret et, öğren. Öğrendiğinle de amel eyle. Ameli de ihlâs ile yap. İşte o vakit muhlislerden olursun. Allah muhlislerle ve muhsinlerle ve müttakîlerle berâberdir.

Kur`ân-ı Kerîm'e bakan yüzler cehennem ateşi görmez, Kur`ân-ı Kerîm'in âyetlerini okuyan gözlere cehennem ateşi doldurulmaz, Kur`ân-ı Kerîm'i tilâvet eden dilleri de cehennemin ateşli makasları kesmez.

Bu sûreleri belirtilen vakitlerde okuyanlar, Hakk katında Ehl-i Kur'ân ve Ehl-i Kırâ'at yazılırlar :

Sabah namazından sonra Yâsîn ve Fetih
Öğle namazından sonra Mülk
İkindi namazından sonra Nebe
Akşam namazından sonra Vakıa
Yatsı namazından sonra Mülk

Her sabah kalktığınızda 11 İhlas, 1 Fâtihâ, 1 Ayetel Kürsî ve 11 Salavât okuyunuz. Bunu vird edinirseniz menfaatini hem dünyâda hem âhirette görürsünüz!

Sabah namazından sonra bu tesbîhâtı yapınız :

Lâilâheillallâhu vahdehû lâ şerîkeleh lehül hükmü ve lehül hamdü ve hüve 'alâ külli şey'in kadîr.

(10 defa)

Sübhânallâhi velhamdülillâhi ve lâilâheillallâhu vallâhu ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil 'aliyyil 'azîm.

(10 defa)

Sübhânallâhi ve bihamdihî sübhânallâhil 'azîm.(10 defa)

100 İstiğfâr ve 100 Tevhîd

"Sübhanallahi ve bihamdihî sübhanallahil azîm ve bihî estağfirullah"

"Bir kimsenin rızkı dar olsa, bu tesbihi sabah namazının sünneti ile farzı arasında yüz kere okusa, rızk sıkıntısından kurtulur" buyurdular...

Her kim, muhabbetle, gece ve gündüz, üçer defa Resûl-i Ekrem'e salât ederse kabir ve cehennem karanlığından kurtulur.

Kıyâmet gününde, Peygamber'in civârında bulunmak istiyorsan Resûl-i Ekrem'e salât ü selâm getir. O kıyâmetin şiddetinde ve dehşetinde yani güneş, insanların beyni üzerine indirilip, kafatasları içerisinde beyinler kaynadığı vakitde, Resûl-i Ekrem'in sancağı altında bulunmak istiyorsan, arşın gölgesinde gölgelenmek istiyorsan, Resûlullah'a salavâtı çok getir.

Peyderpey okumak sûretiyle Resûl-i Ekrem'e on bin salavât-ı şerîfe okuyan bir müslüman, muhakkak Resûl-i Ekrem'in şefâatına nâil olur ve sancağı altında cem' olur ve civâr-ı Mustafâ'da iskân olur ve yed-i envereyn-i Muhammediyye'den, Hayder-i Kerrâr'ın elinden Âb-ı Kevser'den sîrâb olur.

Ey âşık-ı sâdık! Efendimizin ismini işittiğin vakit, hemen salât okuyacaksın. Peygamber'e salavâtı unutursan cennetin yolunu unuttun demekdir, cennetin yolunu kaybettin demekdir. En nekes adam, Peygamber'in ismini işitir, Resûlullah'a salavât okumaz.

Salâvât-ı Şerîfe okumak, Resûlullah ile rûhların birleşmesidir. Yani Cenâb-ı Hakk'ın rûhumuzu Rûh-i Muhammedî ile âşinâ kılması için okunan şeydir salavât-ı şerîfeler. Salavât muhabbetin tohumudur. Manâ tarlasına muhabbet tohumunu ekersin, aşk ateşiyle o tohumu pişirirsin, gözyaşıyla sularsan meyvasını görürsün. Hem dünyâda hem âhiretde. 

Sıkıntıya dûçâr olursan Resûl-i Ekrem'e salât ü selâm oku. Ama ağzın başka yerde kalbin başka yerde olmasın. Çünkü malûm-i ihsânınız, insan kalbinde olmayanı ağzıyla söylerse münâfık olur o. İster aşk-ı mecâzîde, ister aşk-ı hakîkîde. İster tevhîdde, ister şükürde. Kalbine lisânın tercümân olmalıdır, kalbindeki olana. Olmayanı söyleme. Sıkıntıya marûz oldun, Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme ahdu peymân ile sarılırsan eğer, muhakkak o müşkülün hallolacakdır.

Salavât-ı Şerîfe kabristanlarda da verilir. Hattâ kabristandaki bulunan, yatan meyyitlerin hepsi azâb-ı kabre giriftâr olsa, ağzı duâlı, göğsü îmânlı, Resûl-i Ekrem'e muhabbeti olan, Resûl-i Ekrem'in de muhabbetini kazanmış olan bir zât oraya gitse, o makbereye, orada Cenâb-ı Peygamber'e on bir salavât-ı şerîfe verse ve ondan hâsıl olan ecr ü sevâbı o makberede bulunan meyyitlere bağışlasa, derhal o kabristandaki bulunanların azâbı tahfîf olur. Hattâ velev ki o kabristanda kâfir ola, onların dahî kabir azâbı tahfîf olur. Cehennemde kâfirlerin azâbı tahfîf olmaz, her gün artar, eksilmez. "lâ yuhaffefü anhümü'l-azâb, onların azâbını hafifletmeyeceğim" diyor Allah. "Cehennemdeki kâfirlerin azâblarını her gün artıracağım, hafifletmeyeceğim" diyor.

Kim sıkıntıdaysa, yolu kapalıysa Resûl-i Ekrem'e salât ü selâm getirsin, akşam-sabah. Kazâyı ref' eden, belayı def' eden Resûl-i Ekrem'e salât ü selâm vermekdir. Kim istiyor Hazret-i Peygamber'in sohbetinde oturmak, Resûl-i Ekrem'e salât ü selâm okusun, akşam-sabah.

Sabah ve Akşam namazlarından sonra Sûre-i Haşr'ın sonunu okuyunuz.

"Sure-i Vâkıa'yı akşam ile yatsı arasında okumaya devam edenler hiç rızık sıkıntısı çekmezler, kimseye muhtâc olmazlar" buyurdular...

Ezâna hürmet etmeyenler mutlakâ belâlarını bulurlar. Haber veriyorum, tekrar tekrar söylüyorum. Onun için ezan okunmaya başladı mı, radyonun, televizyonunun sesini kısarsın, konuşmayı terk edersin ve kendini ezâna verirsin ve müezzinle berâber Cenâb-ı Hakk'ın vahdâniyyetine şehâdet edersin.

Ezân-ı Muhammedî okunurken radyonu, televizyonunu açma. Edeb lâzımdır. Ezânı Allah da dinlemekdedir. Sen ezândan bıkdınsa, ezân giderse yerine çan gelir, çan giderse yerine kamçı gelir, sopa gelir. Onun için, ezândan yani Allah'ın vahdâniyyetini ve Resûlullah'ın nübüvvetini i'lân eyleyen, insanları felâha ve necâta da'vet eden, Allah'ın da'vetnâmesinden hoşnûd ol ve çalgını edeben kapa.

Biz zannediyoruz ki, biz yapdık, biz etdik. Yapma sakın öyle şey! Bak Resûl-i Ekrem ne diyor? "Bana üç şey sevdirildi" diyor. "Sevdim" demiyor, "sevdirildi" diyor. "Sevdirildi". İyilikler olduğu vakitde, hayırlar, bunu Hakk'a yüklememiz lâzım gelir. Şer olursa, o da Hakk'dandır ama, "hayrihî ve şerrihî minallahi te'âlâ", fakat onu nefsimize yüklemek lâzım gelir. Kulluğun terbiyesi, îcâbâtı budur. Meselâ kötülük yapan bir adama, "Niye yapdın?" diye sorulunca, "Allah yapdırdı" dememeli, ayıpdır. Esâsında Hakk yapdırmışdır, çünkü kul, kâsib, Allah, hâlıkdır. Allah dilemese o kula yapdırmaz onu. O lâyık olur o günâha, irtikâb eder, kisb eder, Allah da halk eder ve nâra mahkûm eder onu. Lâyık olmazsa, bazı kullar vardır, günah yapmak isterler de Allah onlara günâh işletmez. Ona tevfîk-i rabbânî derler, akâidde, yani itikâd fasıllarında.

Günahlarına ağla! Ağlayamıyorsan niye ağlayamıyorum diye ağla!!

İki cihân onun hürmetine yaratıldığı halde Resûl-i Ekrem Efendimiz sabahlara kadar ibâdet eder, ümmeti için Allah'a yalvarır ve ağlardı. Bir düşün bakalım, sabaha kadar ibâdet edip ağlamak acabâ kime düşer?

Günâhını sakın unutma!

Cehennemin ateşini ne deniz suları, ne pınar suları, ne nehir suları söndürür...Ancak Allah korkusu ile dökülen gözyaşı söndürür!

Hiç Hakk korkusuyla ağladın mı? Dünyâ için çok ağlamışsındır. Hakk korkusuyla, Hakk aşkıyla ağlayanlara bir müjde verelim de öyle geçelim. Kıyâmet gününde doksan dokuz defter verilir, şarkdan garba kadar, böyle hep günahla dolmuş başdan aşağı. Ufak bir yaprakda da, bir kere Allah korkusuyla ağlamış, o ağır basar. Hakk'ın rahmetinin tecelliyâtı. Yani Hakk korkusuyla, Hakk aşkıyla ağlamış, gözyaşı dökmüş. Efendiler! Cehennem ateşini denizin suları, pınarların suları, nehirlerin suları söndürmez. Ancak Hakk aşkıyla, Hakk korkusuyla dökülen gözyaşı söndürür. Bunu da böyle bil.

Allah korkusu ile dökülen gözyaşı cehennem ateşini söndürür. Aşk ile dökülen gözyaşı ise, insanı Allah'a yaklaştırır, kurbiyyete sebeb olur. Onun için dâimâ geceleri kalkıp, uykunuzdan yarım saat- bir saat fedâ ediniz ve Allah ile başbaşa kalınız. Gözyaşı dökerek O'na ilticâ ediniz, münâcât ediniz.

Secdegâhını gözyaşınla sula!

İşlediğin günâhlarla gönlüne düşen karayı gözyaşınla yıka!

"Allah abdesti, guslü bize neden farz kıldı?" deme sakın! "Allah bize abdesti, guslü farz kılmasaydı hâlimiz nice olurdu" de ve Cenâb-ı Hakk'a bunun için şükret!

Abdestsiz gezme, sakın cünüb basma yere ayağını. Hem maddî cünüblükden hem manevî cünüblükden arın. Maddî cünüblük, kadına temas, yâhud gece rüya azmasıyla olur. Veyâhud başka türlü şeyler de var, fıkıh kitâblarında sebebleri yazılı, burada onları anlatacak değilim. Manevî cünüblük de Allah'ı unutmakdan olur. Kim Allah'ı unutursa, istediği kadar yıkansın, isterse günde kırk defa denize girsin çıksın o yine cünübdür. Allah'ı unutma!

Maddî cünüblük, malûm, tekarrüb eder insan âilesiyle, yâhud rüyâ ile, rüyâsı azıtır, yâhud başka hâl olur, gusül abdesti almak îcâb eder. Bu maddî cünüblük bu. Bu cünüblük yıkanmayla gider. Bir de manevî cünüblük vardır ki, Allah'ı unutmakdır. Allah'ı unutduğun vakitde cünüb olursun haberin olmaz o cünüblükden senin. Her yerde her mekânda, her zamanda Allah de! Allah diyen mahrûm olmaz. O'nu zikret ki Allah seni zikreyleye. Çünkü Allah Kur`ân'da vaadetmişdir, "fezkürûnî ezkürküm, beni zikredin ki ben sizi zikredeyim".

Bir mü'min cünüb gezmez, mü'mine yakışmaz böyle şeyler, yıkanması lâzımdır. Bir veliyyullaha sormuşlar, "Efendim, cünüblük neden iktizâ eder?" demişler. "Sizin için rüyâ azması, ihtilâm olmak, yâhud âilesiyle tekarrübde bulunmakdı. Bizim için ise, biz Allah'ı unutduk mu, bize yıkanmak lâzım gelir" demiş. Allah'ı hatırından çıkarmayacaksın! Ne iş yaparsan yap, nerede olursan ol, Allah'ı hatırından çıkarma!

Gece namazında çok büyük fazîlet vardır. Allah'la sevişmek isteyen kişiler gece namazına kalkmalıdır. Kişi sevdiği ile tenhâ yerlere gider. Teheccüde kalkmayan bir sâlik, yolundan zevk alamaz.

Aman teheccüd namazı kılın! Her gece yapamazsan bile hiç olmazsa bazen bazen kılın. Hiç değilse ayda bir defa, haftada bir defa yapın.

Bir çok geceler nefsin için uyumadın. Nefsinin isteklerini verdin. Allah'ın ve Nebî aleyhisselamın rızâsı için kaç gece, kaç saat uykunu terk eyledin? Yakında uzun uykulara yatacaksın. O uzun uyku gelmeden, karanlık kabirde amelinle tek başına kalmadan, biraz uykuyu terk eyle! Rabbine dön!

Her gece münâdî nidâ ediyor, duyduğun var mı? "Tövbe eden yok mu tövbesini kabûl edelim, bizden isteyen yok mu verelim" diyor Allah. Her akşam bağırılıyor bu. "Tövbe eden yok mu tövbesini kabûl edelim, bizden isteyen yok mu verelim". Cennet isteyen yok mu, cennet bahşedelim". Ama biz duymuyoruz, kulaklarımız sağır bizim. Gaflet pamuğunu kulağımıza tıkamışlar, duymuyoruz bu kelâmları, kulak vermiyoruz. Hiç aldırdığımız yokdur. Biz aldanmışız, beş kuruşun peşine düşmüşüz. Yani değersiz şeylerin peşinden koşuyoruz. Pazara çıkmışız, ne bulduysak çuvala dolduruyoruz. Yakında o çuval bizim sırtımıza yüklenecek ve bizi amel sandığına götürecekler. Amel sandığı ne biliyor musun? Kabir, kabir! Orada amelinle başbaşa kalacaksın. O vakit çuvala ne doldurduğunu göreceksin. Yılan mı, çıyan mı doldurdun, yoksa cevâhirler mi doldurdun. Buradan alınıyor bunlar, âhiretde yok Cennetin miftahı burada, cehennemin azâbı da buradan alınır, ateşi de buradan alınır. 

Her gece münâdî bağırıyor, duyduğun var mı? Uyumakdan gözlerimiz şişiyor. Resûlullah salllahu aleyhi vesellem, Allah'ın mahbûbu iken, ibâdet ve tâatdan mübârek ayakları şişmişdi. Bizim uyumakdan gözlerimiz şişiyor. Bu uyku sana fayda vermez birâder! Yakın bir zamanda bir uykuya dalacaksın, uzun bir uyku. Uzun bir uykuya yatacaksın yani yakın zamanda. O uyku gelmeden evvel pek fazla uyuma. Gece rabbine ibâdet et. İbâdet edenler kazandılar. Allah diyenler kazandılar. Gâfiller kaybetdiler.

Ey âşık-ı sâdıkân! Rabbü'l-âlemîn'i gece ve gündüzde zikrediniz. Gece münâdî bağırıyor, diyor ki Cenâb-ı Hakk, "Benden isteyen yok mu, istediğini vereyim", "Bana tövbe eden yok mu ki, ben onun tövbesini kabûl edeyim". Ne istersen Cenâb-ı Hakk'dan. Câmiye geldin, câmiyi ararsan câmiyi bulursun, mihrâbı ararsan mihrâbı bulursun, imâmı ararsan imâmı bulursun, câminin sâhibini ararsan O'nu bulursun! Ona göre, gece pek fazla uyuma, gözlerine uyku pek fazla girmesin.

Âşıklar için fazla uyumak câiz olmaz. Diyor ki Bâyezid-i Bestâmî Hazretleri, "Ben bir akşam yatıyordum, ayaklarımı uzattım. Bana şöyle nidâ ettiler. 'Ey Bâyezid! Pâdişahın huzûrunda olsan böyle ayak uzatabilir misin?' dediler, hemen toplandım" diyor. Çünkü pâdişahlar pâdişahı huzûrundasın her dâimâ. Nerede olursan ol, pâdişahı halk eden, kâinâtı yokdan vâr eden Allah huzûrundasın, ayağını uzatabilir misin? Günah yapabilir misin? Allah her yerde seni ve beni görmekde. Îmânını bu mertebeye erdir.

Tâat ve ibâdet Allah'la sohbetdir, Allah'la konuşmadır, Allah'la sevişmedir. İnsanın Allah'a en karîb olduğu yer secdedir. Allah, secde eden mü'mini o kadar seviyor. Hakk'a secde eden, Hakk'a yaklaşır. Allah'ı seviyorsan, geceleri bazen kalk, nısfu'l-leylde, Allah'la başbaşa kal. İnsan sevdiği ile tenhâlarda dolaşır. Allah'a muhtâcsın ama bırak ihtiyâcını, sev Allah'ı. Allah'ı sev, Celle Celâluhû Hazretlerini.

Seher vakti uyuma! Kalk! Herkes uyurken teheccüd namazı kılanlar, seher vakti kıyâm ederek ayakda bulunanlar, necâta ve felâha kavuşmuşlardır.

Ey âşık-ı sâdık! Ey kalbi Muhammed aşkıyla yanık! Ey seherde uyanık! Seherde uyuma! Ne varsa o vakit var. Pazarı o vakit oluyor bu işin, seher vakti.

Geceleri çok uyuma! Âşık-ı sâdık isen, geceleri ma'şûkunla sohbet et. Unutma ki Mi'râc-ı Nebî, gece vukû' bulmuşdur.

Gece namazlarını ihmâl etmeyiniz.

Ümmeti olduğun peygamberin, gece namazında kıyâmda durmakdan ayakları şişerdi, senin ise çok uyumakdan gözlerin şişiyor!

Madem kılıyorsun namazı hakkıyla kıl zîrâ boş kafa ile kılınan namazlar, sâhibine ancak hasret ve nedâmet getirir!

Gece abdestsiz yatma sakın ha! Sabah gözünü açtın mı ilk sözün "Lâilâheillallâh Muhammedür Resûlullâh" olsun!

Kerâmete tâlib olma, istikâmete tâlib ol ki, Allahu Teâlâ da sana kerâmeti ihsân ve inâyet buyursun. İstikâmetsiz kerâmet olmaz. İstikâmet olmadan zuhûra gelen hârikulâde şeyler, kerâmet değildir. Onlara istidrac denilir ki, deccal ve deccala önder olan bazı kişilerde öylesine olağanüstü hâdiseler zuhûra gelmişdir. Sihir veya istidrac nev'inden olan hârikulâde şeyler, Allahu Teâlâ ve Resûl-i Müctebâ katında aslâ makbûl değildir hattâ merdûddur. Kerâmet, ancak kitâba ve sünnete tamâmen uyan kutlu ve mutlu kişilerde zuhûra gelen hârikulâde hallerdir.

İnsanoğlu için kerâmetlerin en büyüğü kötü huyları terketmek, iyi ve güzel bir ahlâk ile ahlâklanmakdır. Kötü huyların, iyi ve güzel ahlâka dönmesi ancak istikâmet ile mümkündür. İstikâmet ise, Kur'ân-ı Azîmü'l-bürhân'ın emirlerine aynen ve harfiyyen uymak, nehiylerinden şiddetle ve dehşetle sakınıp kaçınmak ile elde olunur. Bu sebebledir ki, kemâl sâhibi velîler, kerâmet izhâr etmeği hayz-iı ricâl yani erkeklerin aybaşı hâli görmesi gibi telakkî etmişler ve buna aslâ talib olmamışlardır. Onlar, nefislerini ıslah yolunu iltizam ederek Allahu Teâlâ'dan istikâmete tâlib olmuşlardır. Esâsen, istikâmet olmaksızın kerâmetin kıymet ve ehemmiyeti yokdur. İstikâmetsiz gösterilen hârikulâdeliklere kerâmet demek de câiz değildir. Bu hâle istidrac denilir. 

En büyük kerâmet ve saâdet, hudûdullahı aşan bir kimseyi, hudûdullaha davet etmek, dalâlet bataklığına saplanmış bir kimseyi hidâyete iletmek, aklının erdiği ve gücünün yetdiği kadar ma'rûfu emredip, münkeri nehyetmekdir.

 En büyük kerâmet, istikâmetdir, doğrulukdur. Hakk yoldan sapan bir kimseyi hak yola getirrneğe muvaffak olmakdır. Yoksa, duvarları yürütmek, olmayacak hayaller peşinde ömür çürütmek, çiviyi yutmak, yılanı tutmak, su üstünde yürümek, seyredenlere çeşit çeşit hâl ve şekillerde görünmek, kuş gibi uçmak, etrafa dehşet saçmak kerâmet değildir. Belki bunlar da birer ma'rifet sayılabilir ama, insanlığa yarar bir iş ve davranış değildir. Bu ma'rifetler, iz'ânı kıt ve kısır olan münkirleri îmâna davet için olursa belki ma'zûr görülebilir.

Bu tarîkat yolunda, tasavvuf yolunda gidiş, kerâmete ermek için değildir. "Su üstünde yürüyeyim", "Havada uçayım" filan, bunlar, ehemm-i mühim şeylerdir ama insanlara yarayacak bir şeyler değildir. Eğer su üstünde yürümek, bir kerâmet ise, havada uçmak bir kerâmet ise, insan müstakîm olursa, istikâmeti tarîkatda tahsîl ederse, Allah o kerâmeti ona ihsân eder. Ama yalnız ben uçayım dersen, Şeytan da bir anda burdan Japonya'ya gider.

Suyun üstünde yürümek, bu da ehemm-i mühim bir da'vâdır ama insanlara yarar bir şey değildir. Eğer ona bir kıymet verecek olursak, odun da suyun üstünde duruyor, balık da suyun üstünde yürüyor, sinek de uçuyor. Asıl mühim da'vâ, insanlığını öğrenmek, insanlığını öğrenmek ve insanlığı öğretmek ve müstakîm olmak, istikâmeti ta'lîm etmek, sabrı tavsiye, hakkı tavsiye. İşte bütün gâye bu. Bütün gâye, nâsı, insanlığı, kötülükden koruma ve kurtarma.

Bazısı da tarîkata giriyor, bir takım evrâd, ezkâr ve havasla meşgûl oluyor. "Benim dediğim olsun, dâmâda sözüm geçsin, kocamı istediğim gibi idâreme alayım, mal mülk benim elime geçsin". Hep bunlara uğraşıyor. Belki uğraşmakla istediklerine ulaşır ama ahretde nasîb alamaz. Dünyâda alır nasîbini, ahretde, öteki âlemde nasîb alamaz. O demek değil tarîkat. Gâye, insanın insan olması ve içindeki bulunan kötü sıfatlarını, Allah'ın esmâsıyla tathîr etmek ve Allah'ın sıfatıyla sıfatlanmak. Allah'ın esmâsıyla temizlemek, Allah'ın sıfatıyla sıfatlanmakla insan kendini kurtarır ve halkı da kurtarabilir. Bu da tarîkat yoludur işte, hizmetle olur bu iş.

Hasbünallahi ve ni'mel vekîl

“Hasbünallah ve ni'mel vekîl” tesbîhi, derecesi yüksek olan velîlerin zikridir, sana düşen ise istiğfâr etmekdir! Ehli olmadığın halde “hasbünallah” tesbîhine devâm edersen başına devamlı belâ gelir!!

Arabî aylarda büyük esrâr-ı ilâhî vardır, Allah'ın lutufları saklıdır. Bunları bilmek için arabî ayları ezberlemek lâzımdır.

"Allah'ın günleri arasında fark yoktur" diyen câhilleri dinleme sakın! Sadece günler değil hiçbir şey eşit yaradılmamışdır. Meselâ "seyyidü'l eyyâm" (günlerin efendisi) Cuma'dır.

Yalnız kendine duâ ediyorsun, ümmet-i Muhammed'e duâ etmiyorsun! Olmaz! Duân kabul olsun istiyorsan ümmet-i Muhammed'e duâ et.

Ümmet-i Muhammed'e duâ ediyor musun? Etmiyorsun. Yalnız kendine duâ ediyorsun. Olmaz! Duâya her elini açtığında "Yâ Rabbi, Ümmet-i Muhammed'den Ramazân-ı Şerîf'in kadr u kıymetini bilmeyenlere orucun kıymetini bildir, namazın ne olduğunu anlamayanlara namazı anlat. Yâ Rabbi, onların kalblerine nûr-i îmân ver. Yâ Rabbi, onları da İslâm'a al" diye duâ edeceksin. Onlar için yalvar ki senin duân kabûl ola.

Ağzınızdan kötü sözler çıkarmayınız, beddûa etmeyiniz. Dâimâ duâ ediniz, duâcı olunuz. Bazı dayanılmayacak hareketler görürseniz, eğer onlara dayanamazsanız yani üzüntüyle bedduâ etmek lâzım gelirse, onlara Allah'ın kelâmı ile cevap verin, daha hayırlıdır.

 İslâm'a sırt çeviren, îmândan nasîbi olmayan, câmi yolunu bilmeyen, Allah'ın kitâbını okumayan kişilerin de, kalblerinin feth ü küşâdı için duâ edin. Cenâb-ı Hakk onların da kalblerini feth ü küşâd etsin. Onların kalblerini de nûr-i îmân ile münevver kılsın, İslâm'ın hakâikini, îmânın dekâikini, onlara da öğretsin ve tattırsın, ibâdet ve tâatdaki lezzeti ve zevki duyursun da Allah'a secde etsinler. Duâlar müstecâb olur ve bir gün bakarsın ki, taş gibi kalbler yumuşayıverir.

Duâ edin. İbâdet etmeyen kardeşlerimiz için de duâ edin. Onlara hakâret nazarıyla bakmayınız. "Yâ Rabbi, onlara da ibâdetin lezzet ve zevkini ver, îmânın tadını tattır" deyin. Onlar için de Allah'a istiğfâr ediniz. Yapacağınız istiğfâr ile bir çok dîn kardeşlerimiz hak yola gelecekdir. Unutmayın ha! Hısım akrabandan sevdiğin var fakat doğru yola gelmiyor, al eline tesbîhi otur, onun için istiğfâr et. Onun nâmına. "Yâ Rabbi, onun günahları için ben istiğfâr ediyorum" de, istiğfâr et. Allah onun şekâvetini saâdete çevirebilir. Her şeye kâdir u kayyûm Allah'dır.

Hemen böyle kızarak bedduâ edip kimsenin kahrını istemeyin. Hele bâhusûs dîn kardeşlerimize, hak yoldaşlarımıza, ufak tefek şeyler için böyle kızarak, nefsimize uyarak, kötü sözler söylemek, onlar hakkında kötü şeyler dilemek hiç câiz olmaz. Dâimâ hayır söyle, hayır sâhibi ol. O tohum birgün sana meyva verecekdir, onu göreceksin. Böyle nice âsîler, nice şakîler, duâ ile sâlihlerin duâsıyla hepsi saîd olmuşlardır. Yani kötüler iyi insanların duâlarıyla iyi olmuşlardır. İyi insanlar safına girmişlerdir. Onun için dâimâ lisânınızı hayra yorunuz, hayırla süsleyiniz. "Allah kahretsin" diyeceğine, "Allah kahretmesin", "Allah sana hidâyet versin" de. Bak ne kadar güzel değil mi?. Hattâ birine çok kızsan da "Gözün kör olsun" desen, bu sözü söylesen, zâhirde böyle söyle ama, hakîkatde şu niyetle söyle, "Allah'dan gayrını görme" manâsına söyle.

 

Kur`ân'a tâbi olmayan kişi uçuruma doğru giden bir kör gibidir, onu kurtarmaya çalış!

Allah'dan her şeyin hayırlısını iste!

Allah'dan "uzun ömür" değil "hayırlı ömür" iste!

 

Ölüm hâline geldiği halde bir türlü rûhunu teslîm edemeyen kişiye 7 defa Sûre-i Kaf okuyun

Kıssalardan ibret al! Bizden evvel geçenlerin kıssalarından ibret almayanlar bizden sonra geleceklere ibret  ve kıssa olurlar!!

Târihden ibret almayanlar, târihe ibret olurlar. Bir daha söylüyoruz. Târihden ibret almayan, târihe ibret olur.

İzzeti, nefsinde değil dîninde ara! İzzet, Allah ve Resûlünün indindedir.

Seyyidinâ Ebâbekir Sıddîk Hazretleri ağzına taş koyarlarmış, lisânına sâhib olsun diye. Bir şey söyleyeceği vakit önce düşünür, sonra ağzından taşı çıkarır konuşurmuş. Çünkü çok mühim. Dilin cirmi küçük, cürmü büyükdür.

Diline sâhib ol! Dilini adam çekiştirmekden, gammazlık yapmakdan, kötü söylemekden, sebbetmekden, küfür etmekden, acı söylemekden temizle. Dilini, hak konuşmakla, halkı irşâd etmekle, halkı Hakk'a götürmekle, insanlığı kurtarmakla, Allah'ı zikretmekle süsle!

Allah bize iki kulak verdi, bir ağzı verdi, bir söyle iki dinle diye. Pek fazla konuşma! İnsanların felâketi iki yerdedir. Birisi iki çene arasındaki dilde, diğeri iki bacak arasındaki et parçasındadır. İnsanın felâketi bu iki et parçasındadır. Saâdeti de ordadır.

Diline sâhib ol! Gırtlağın dokuz tâne boğumu var. Bir de irâden var. Sonra diş var. Sonra dudak var. Bak, Allah dili kaç tâne kale içine kapamış. Biliyor musun, bu et parçası, cirmi küçük cürmü gâyetle büyükdür, insanı ya a'lâ-yı illîyyîne, veyâhud esfel-i sâfilîne götürür. Diline sâhib ol!

Gözüne sâhip ol!

Korkunç ve çirkin şeylere bakma!

Gözünde pislik olan dünyâyı pislik içinde görür! Önce gözünü temizle!

Görsen neler göreceksin, duysan neler duyacaksın! Oturduğun yer sana sesleniyor, duvarlar sesleniyor, oturduğun ev sesleniyor, dükkânın sesleniyor, masan, kasan sana sesleniyor ama sen duymuyorsun, çünkü sağırsın. "Duyuyorum" diyeceksin ama hayır! Kalb kulağın duymuyor, baş kulağın duyuyor. Allah, kalb kulaklarımızı açsın, bak neler duyacağız, Allah kalb gözlerimizi açsın bak neler göreceğiz.

Uyuma! Çok uyuyacaksın, binlerce sene yani kıyâmet gününe kadar uyuyacaksın. İnşaallah rahat uyursun. Sen kabirlere bakdığın vakit, üstleri çiçeklik diye altı da öyle zannetme sakın hâ! Bazılarında ateş yanıyor, bazıları katran dolmuş, bazıları yılan-çıyan içersinde. Dünyâ yılanı-çıyanı değil, herkes yılanını-çıyanını oraya buradan götürmüş. Çok uyuyacaksın, onun için, pek uyumaya bakma! Uyanık ola biraz. Uyuma! Gaflet uykusunda uyuma, gaflet uykusunda!

İnsâna düşen vazîfe kendisini muhâtabından dûn görmekdir, her kim ki kendisini muhâtabından yüce gördü, o kimse şeytân oldu!

Evvelâ kendini yüksek gören İblîs'dir. Onun için bir kimse mü'min kardeşinden kendisini yüksek görmeye, "ben ondan hayırlıyım" demeye başladığı vakit, iblîsleşir, İblîs'in sıfatını alır. Âdemî olursa, Âdem toprakdan halk olunduğu için, toprak gibi mütevâzi olur.Yağmur duasına gelmeyen veli

Allah mütevâzi olanı ref' eder, kaldırır, yüceltir; mütekkebiri de kaldırır, kaldırır, kaldırır; o yükseliyorum zanneder, sonra yukarıdan aşağı bırakır, felâket olur o. Allah muhâfaza buyursun. Allah'ın gazâbından kork, celâlinden çekin!

Sakın kendini muhâtabından üstün görme! Kişinin kendisini muhâtabından üstün görmesi kibir ve ucub alâmetidir ki bunlar şeytanın sıfatlarıdır ve insanı cehenneme götürür. 

Karşındaki senden yaşlı ise, "Bu zât benden hayırlıdır çünkü daha çok ibâdet etmişdir" diye düşün. Karşındaki senden genç ise "Bu zât benden hayırlıdır, çünkü benden daha az günâh işlemişdir" diye düşün. Karşındaki günâhkâr ve âsî bir insan ise sakın onu ayıplayıp da "Ben bu günâhı yapmadım" deme! "Bu zât belki tövbe eder de Allah onu affeder, ben bu güne kadar onun işlediği günâhı işlemediysem de bundan sonra işlemeyeceğim nereden belli, ya ben ondan daha günâhkâr olarak ölürsem, hâlim nice olur" diye düşün, muhâtabın kâfir ise, "Bir gün buna îmân nasîb olabilir, ya bana son nefesde îmân ile ölmek nasîb olmazsa" diye düşün. Muhâtabın kim olursa olsun dâimâ kendini ondan aşağı gör. Nice âbidler nice zâhidler sonradan günâh deryâsına düşmüşler ve cehennemlik olmuşlardır, nice günâhkârlar da tövbe edip evliyâ zümresine dâhil olmuşlardır.

Benlik da'vâsına düşme! Dâimâ muhâtabını kendinden yüce gör! Hattâ bir kâfirle dahi konuşsan gene kalbin titresin, "Son nefesde buna îmân nasîb olursa bu ehl-i cennet, ehl-i necât olur, ya ben îmânımı kaybedersem benim hâlim nice olur" diye düşün. Bir çocukla konuşurken şunu düşün : "Bu çocuk benim kadar günâh yapmamışdır. Ben ondan yaşlıyım, çok günâh işledim, benim günâhım ondan ağırdır". Genç! Sen de yaşlıyla konuştuğun vakit kalbine şunu getir, "Ben bu zât kadar Allah'a ibâdet etmedim, ben bunun kadar Allah demedim. Ben daha gencim, inşâllah Allah bana hayırlı ömür versin de ibâdet edeyim". Hatırına bunu getireceksin.

Sakın "benim" deme! Kim "benim" derse onu berdâr ederler, dînde. O benlik Allah'a mahsûsdur. "İnnî enallahu lâ ilâhe illâ hû". Ona mahsûs o benlik, sana değil. Sana tevâzû' düşer. Sen neden halk olundun? Bir katre menîden. Sonra ana rahminde hayız kanıyla yoğruldun, sonra bu dünyâya geldin, bir sineğin mağlûbu idin, zebûnu idin, karasineğin, sivrisineğin. Ondan kendini kurtaramıyordun. Daha küçükleri de var ama onları söylemiyorum, bunu gözün gördüğü için söylüyorum. Sonra büyüdün, öldün, kokacaksın sonra. Benliği ortadan kaldır sen. Sen beni dinle. İyiye götürmez adamı. Tevâzû iyidir. Her kim ki tevâzû etdi, refe'ahullah, Allah onu ref' etdi, kaldırdı. Kim mütekebbir oldu, Allah onun burnunu yere sürtdü.

Görmüyor musun? Şeytan kendi nefsine uyup da Âdem'e "Ben senden daha hayırlıyım" dediği için Allah onu lanetledi. Kârûn, malının çokluğuna aldanıp da "Muhakkak ki bu malı bilgim sayesinde kazandım" dediği için Allah onu bütün malı-mülkü ile berâber yerin dibine batırdı. Yine bunun gibi, melekler, tesbîhlerini ve takdîslerini önemsedikleri için, "Yâ Rabbi, biz seni tesbîh ve takdîs ederiz" dedikleri için Allah onlara Âdem'e secde etmelerini emretti. Aynı şekilde "Ben" diyen herkese Allahu Teâlâ, "Hayır! Aslâ ben deme!" demiş ve "Ben" diyenleri "esfel-i sâfilîn"e düşürmüşdür. Her kim de "Sen" demişse, Allah onu "a'lâ-yı 'ılliyyîn"e yükseltmişdir.

Birliğini bozma, tevhîdini bozma! Ümmet-i Muhammed'in âsîsine, günâhkârına ıslâh-ı nefs etsinler diye duâ et. Allah duâları kabûl eder. Kendini onlardan yüce görme, "ben namaz kılıyorum, onlar kılmıyor" filan diye hakâret etme. "Yâ Rabbi, âsîleri ıslâh et, gönüllerini nûr-i îmân ile münevver kıl, memleketimizi âlî kıl, yüce kıl, bizi birleştir, bizi tevhîd nûrunda birleştir" diye duâ et.

Birliğini, tevhîdini bozma! Vatanına, milletine hakkıyla vazîfe yap. Yapacağın vazîfe, şahsına yapdığın vazîfe ile bunu temin edebilirsin. Herkes kapısının önünü temizlerse memleket temizlenir. Onun gibi yani. Dürüst ol, doğru ol. Doğru, dürüst olacaksın. Özün, sözün doğru olacak. Kimseye hâinlik etme, hâinlik düşünme, hıyânet düşünme. Düşünce sâhibinin kalbini gören Allah'dır. Ondan dahi îcâb ederse Allah hesâb soracakdır.

Özün sözün doğru olsun. Dürüst insan ol. Dilinden yalanı at, ya doğru konuş, ya tatlı konuş, ya hak konuş, ya sükût et. Allah kelâmı dinlemeyen kulağı taşıma, ona kurşun akıt. Zîrâ o kulak senin düşmanındır. Hakk'ı görmeyen gözü de kör et. O da senin düşmanındır. Başının üzerinde taşıma onu. Sadaka vermeyen, yardım etmeyen eli kendine dost mu zannediyorsun? O da senin düşmanın, başına belâ. Üzerinde boşuna taşıyorsun onu. Allah yoluna gitmeyen ayak senin dostun mu zannediyorsun? O da senin düşmanındır. Dilin Allah'ı zikretsin, kalbin Allah'ı sevsin, insanlığa hâdim ol.

Kendine kabir hazırlama! Kendini kabre hazırla!

Sen mezarın zâhirine bakma, bâtınına bak sen. Mezarın zâhiri ne kadar müzeyyen olsa, içi harâbsa felâketdir yani. Allah muhâfaza buyursun. Kendine kabir yapmaya bakma, o ahmakların işidir, kendini kabre hazırla! Kendine kabir hazırlama, kendini kabre hazırla!

Kisve-i tarîk ile -1971 

Allah için sev Allah için buğz et! Allah için dost ol, Allah için düşman ol!

Dâimâ duâ et, sakın bedduâ etme!

Hiç kimseye bedduâ etme, kahır okuma, dâimâ duâ et!

Kimsenin kötülüğünü isteme! İnsan olan, düşmanının dahi kötülüğünü istemez. Bir mümin kardeşine bedduâ etme, ıslâhı için hayır duâ et. Ne kadar kötü olursa olsun, kahrı için duâ etme, ıslâhı için duâ et. Çünkü ondan çekmiş olduğun musîbet, senin yapmış olduğun bir kötülüğün tezâhürüdür, sana aksidir o.

Mü'min kardeşine karşı kalbinde hiç kîn bulunmayacak. Bu kîn, mütemâdiyen kalbde işleyerek adâvet yani düşmanlık beslemekdir. Bu adâveti kalbinden kaldırıp atacaksın, bu adâvet yerine kalbine mü'min kardeşine muhabbet koyacaksın. "O bana şöyle yaptı, bu bana böyle yaptı" diyerek devamlı bunun üzerinde işlemek bir müslümanın kârı değildir.

Allah yoluna dâimâ güzellikle, iyilikle, tatlılıkla davet et! Sakın kaba ve çirkin sözlerle kimsenin kalbini kırma!

Vazîfe-i islâmiyyetini yerine getir ve çocuklarına öğret. Hânende bulunan, senin ekmeğin altında bulunan kimselere, tatlı sözlerle, güler yüzlerle, vecîz vaazlarla, nasîhatlarla onları Hakk'a davet eyle. Ekşi yüzlü, acı sözlü olma. Müslüman tatlıdır. Her ef'âl ü harekâtın tatlı olsun, vecîz olsun. Onları iknâ ede ede Hakk'a davet et. Bir defa söyledin dinlemedi, bir daha söyle, bir daha söyle. Görmüyor musun, Allah seni her gün her ânda fazîlete davet ediyor, hiç usanmadı. Yapdığın suçlara nazar etmiyor, senin tövbe ve istiğfârını bekliyor, yücelmen için. Hemen günah işleyip, hemen taş olsaydık, kimse günah işlemezdi. İsyân etdik, rızkımızı kesmedi. O'nun huzûrunda düşünmeyerek, gaflet içerisinde, ne büyük günahlar yapdık, semâdan bize gene yağmur verdi, yerden bize yiyecekler bitirdi, rengârenk, kokuları ayrı ayrı, renkleri ayrı ayrı.

İnsanları iyiliğe ve doğruluğa davet etmiyorsak, insan değiliz. Ama herkes kendi çapında. Çizmeden yukarı çıkmamalı. Sen, hânende bulunan efrâd u âilenin çobanısın, onları Hakk'a davet et. Gene eğer arkadaşın yanında sözün toprak olmayacaksa, onları Hakk'a davet eyle. Gene güzel sözlerle anlayacak olan kimselere hitâb eyle. Tatlı sözlerle, güler yüzle, hikmet-i hasene ile, kandıra kandıra, inandıra inandıra, tattıra tattıra, lezzet vere vere Allah'a davet et. Acı sözle, ekşi yüzle Allah'a davet edilmez.

Allah'a davet, acı sözle, ekşi yüzle olmaz. Firavun Allahlık davâsında olduğu halde, Hazret-i Mûsâ ona tatlı söz söylemek üzere gönderiliyor, tatlı sözle davete gönderiliyor.

Yalnız nefsini cennete koymaya çalışma! O vakit egoist olursun. Evvelâ başkasını cennete koymaya çalış. Hattâ cennetin kapısı açılsa, evvelâ mü'min kardeşini içeriye koy.

Câmiye gelmeyen dîn kardeşlerini, Hakk'a davet et. Allah'ı seven Peygamber'e îmân eden, İslâm dînini etrâfa neşreder, mü'minleri ışıldatır, onları nûrlandırır, onları Hakk yoluna davet eder, hakka, doğruya, güzele çağırır, temize çağırır, doğruya çağırır, felâha, necâta çağırır. Allah'ı, Peygamber'i sevenler, insanları kötülüğe götürmez, iyiliğe götürür. İnsanların îmânının alâmeti odur. İnsanları iyiye götüren kişiler, iyi insanlardır. İnsanları iyiye davet etdi mi bir adam, o adam, iyi insandır. İnsanları kötülüğe götürdü mü bir kimse, o kimse, kötüdür. Sen de iyi işit ve iyi dinle ve arkadaşım dediğin zâtı, hakkıyla arkadaşıysan eğer, onu Hakk'a davet et. Çünkü burda dost olanlar, Hakk için dost olmazlarsa eğer, öteki âlemde birbirlerine düşman olurlar. Huzûr-i Rabbü'l-âlemînde, "Yâ Rabbi, o beni yolumdan çıkardı", diye birbirlerinin yakalarına sarılacaklardır. Allah Kur`ân'da aynen böyle haber vermekdedir. Hattâ hattâ daha ileri gider de, der ki, "Yâ Rabbi, bana verdiğin azâbı ver, ben hak etdim ama, bu arkadaşım denilen bu herif, arkadaşım değilmiş, düşmanımmış, buna benim azâbımın iki mislini ver" der. "Çünkü hep kötülüğe götürdü bu beni" der, "sebeb oldu bana" der.

Bütün insanlara hürmet göster, onlara hüsn-i muamele et. Akrep gibi olma, dilinle sokma! Katır gibi olma, önüne geleni ısırıp, arkana geleni tepme! Velev ki karşındaki kâfir dahi olsa acı konuşma!

Edebsiz adam müslüman olmaz. Edeb îmândandır, edebsiz adamın îmânı olmaz. Hayâ imândandır, hayâsız adam müslüman olamaz. İsmi Ahmed, Mehmed de olsa, sünnetli de olsa. Peygamber sünnet için gelmedi, "rahmeten-lil-âlemîn"dir. Müslüman eline, beline, diline sâhip olacak yani edeb sâhibi olacak. Edebin elifi, eli, dalı dili, besi beli. O vakit edeb oluyor işte. Mü'min, edeb sâhibi olacak, diline, gözüne, kulağına, herşeyine sâhip olacak mü'min. Mü'minden bahsediyoruz, Muhammedîden bahsediyoruz. Resûl-i Ekrem'e lâyık olan bir kimseden bahsediyorum. Yürüyüşünden, tavrından, duruşundan, oturuşundan, yiyip içmesinden, oturup kalkmasından, bu adamın Muhammedî olduğu bilinecek. Bu, Muhammedî diyecekler. Yani insaniyete numûne-i imtisâl olacak. Çirkinlikde değil, güzellikde. Biz çirkinlikde olmuşuz. Tersine. Çünkü neden? O nûrdan uzaklaşmışız bir defa, Peygamber'den uzaklaşmışız. Uzaklaşınca nûr azalmış, önümüzü görmüyoruz. Arkadan gelen nûr, önünü göstermez adamın. Nûru öne alacaksın. Bir ışık arkadan gelirse eğer, önündeki çukuru göremezsin sen. Nûr öne alınırsa, o vakit yolunu görürsün, çukura basmazsın. Nûru arkaya atmışsın. Evvelemirde O'nu kendine önder edeceksin. Bu vücûd iklîmine O'nu sultân edeceksin, o vakit adam olursun. Allah da öyle vaad ediyor Kur`ân'da, "ve entümül a'levne in küntüm mü'minîn, hakkıyla îmân ederseniz sizi a'lâ kılacağım" diyor Cenâb-ı Hakk. Allah yalan söyler mi? Estağfirullahe'l-azîm ve etûbu ileyh.

"Edeb Yâhû" diye yazmışlar oraya, eline, diline, beline sâhib olacaksın. Uçkuruna sâhib olmayan insan değildir. Resûl-i Ekrem öyle buyurdu, sultân-ı enbiyâ, "Ağzınızın arasındaki et parçasıyla, bacağınızın arasındaki et parçasına sâhib olun" dedi. "İnsan ordan yücelir, ordan mahvolur" dedi. İki yerden insan mahvolur yâhud yükselir. Hazret-i Yûsuf aleyhisselâm sıddîk olduğu için, iffetli ırzlı, köleyken sultân oldu, Züleyhâ nefsine mahkûm olduğu için sultânken köle oldu. Bitdi, bu kadar. Fa'tebirû yâ ulu'l-ebsâr. Göz sâhiblerine söylüyoruz.

Kendine çeki düzen ver, kendine gel. Allah boyasıyla boyan. Muhammed şifâsıyla şifâlan. Sana insaniyyeti emrediyor, insan olmayı. İki cihanda da insan olmaya çalış. Zâhirimiz insan, bâtınımız da insan olsun bu âlemde. Öteki âlemde de öyle olsun. Yoksa bu âlemde çok insan olanlar, öteki âlemde hayvan olacaklar. Zâten bu âlemde de, gözünde perde olmayanlar, hayvanları görüyorlar, iki ayaklı hayvanları. "Yevme tübeddelü'l-arda gayra'l-ard". Kıyâmetden sonra, bu ard değişdiği vakit başka bir hâl alacakdır, insanların da içi dışına çıkacakdır. Benim ne olduğumu orda göreceksin. Burda elimi öpüyorsun, korkuyorum ki orda yüzüme tükürmeyesin diye. Yaa! Burda bir çok insanlar var, elini öpüyoruz, orda yüzüne tüküreceğiz. Öyle de olacak. "Biz bunu bir adam zannetmişdik dünyâ yüzünde, tuuu Allah cezâsını versin. Ne terbiyesiz herif, ne utanmaz adammış bu" diyeceğiz.

Kendini çek çevir. Yalanı, düzenbazlığı terk et. İş yok onların bir tânesinde. Allah'a ve Muhammed'e gel. Doğru yola, sırât-ı müstakîme, Kur`ân'a koş. Seni felâha, refâha, saâdete götürecek olan, Kur`ân. Dünyâ ve âhiretde. Herkes keni ahlâkını düzeltirse mesele kalmaz. Başkasınla uğraşma, kendinle uğraş, kendini düzeltmeye çalış. Biz öyle yapmıyoruz. Biz keçi misâliyiz. Koyun sudan atlıyor, kuyruğu kalkıyor, keçi gülmüş koyuna, edeb yeri göründü diye. Keçininki hep açıkda duruyor. Biz öyleyiz ekseriyâ. Kendi suçlarımızı görmüyoruz, başkasının suçunu arıyoruz. Kendi suçunu ara evvelâ. Kendini düzeltirsen herkes düzelir.

Kahramanlık harb zamanında düşmana karşı olur! Kılıcını, yumruğunu, tokatını milletine kullanma! Bunları düşmana karşı kullanacaksın! Milletine şefkat, hürmet, merhamet, mürüvvet, lutuf ve kerem ile muamele et!

Sen-ben çekişmesini bırak! Gafletden uyan! Birlik ol!

Buğzu, adâveti bırak! Birbirine buğz u adâvet eden bir kavim ayakda kalamaz, dağılır gider.

Sakın tevhîdi, vahdeti bozma! Düşman gelirse, sen şu mezhebdensin, sen şu renkdensin diye ayırmaz!

Müslümanlar arasına fitne sokmuşlar, alevîler sünnîleri, sünnîler de alevîleri hâricî bilirler. Beşinci kol içeriyi iyice karıştırmış, böyle bildirmişler. Allah bir, Muhammed hak, Kur`ân bir, daha ne istiyorsun! Ali'yi seven muhakkak Muhammed'i sever. Muhammed aleyhisselâmı seven elbet Ali'yi sever. 

Bütün mü'minler kardeşlerimizdir. Bunu unutma sakın ha! Yani tembel müslümana dönme, benzeme! "En-nezâfetü mine'l-îmân/temizlik îmândandır" diye levha yazmış, kendi pislik içinde oturuyor. Öyle olma sakın ha! "inneme'l-mü'minûne ihvetün / Bütün mü'minler kardeşdir". Renk, ırk, lisân mevzûbahis değildir. Dîn kardeşidir, tîn kardeşidir, vatan kardeşidir.

Vahdeti, birliği bozma! Varlığımızla, birliğimizle hep berâber çalışacağız, birbirimiz seveceğiz. Öyle ufak tefek şeyler için intikamlar mintikamlar olmayacak, bunlar kaldırılıp atılacak. Müslümanlar, cins, renk bakmadan hepsi birbirinin kardeşidir. Bunu Allah ilân etmişdir : "inneme'l-mü'minûne ihvetün". Allah, "Bütün mü'minler kardeşdir" diyor. Sen bu vatanın evlâdısın, hem tîn kardeşisin, hem vatan kardeşisin, hem dîn kardeşisin.

Birlik ol! Sürüden ayrılan koyunu kurt yer!

Endülüs'ün âkıbetinden ibret al! Müslümanların Endülüs'deki hâkimiyyetleri neredeyse 800 yüzyıl sürmüşdür. Fakat zamanla aralarına nifak girmiş ve birbirlerine düşmüşlerdir. Bunu fırsat bilen düşmanlar da aralarındaki ihtilaflardan istifâde ederek hepsini peyderpey imhâ etmişlerdir, hem de en acımasız şekilde imhâ etmişlerdir. Dikkat edilirse İstanbul'un fethinden bu yana ancak 500 küsur sene geçmişdir. Eğer biz de birliğimizi korumaz, vahdeti bozar da ihtilâfa düşersek burayı da kaybedebiliriz!

Unutma sakın! Düşmanın katiyyen şefkati ve merhameti yokdur! Vahdetinizi, birliğinizi koruyunuz! Birbirinize sâhib olunuz! Hak ve hukûka riâyet ediniz. Sakın renge, ırka filan bakmayınız! Kim "Lâ ilâhe illallah Muhammedü'r-Resûlullah" dediyse o senin kardeşindir. Allah böyle ilân etmişdir. Buğzu, kîni ve adâveti terk eyle! Sarıl birbirine!. Sonra pişmanlık fayda vermez!. Bir zaman gelir "Efendi bize bunu söylemişdi" dersin ama iş işden geçmişdir artık!. Kurşun silahdan çıkdı mı geri dönmez bir daha!

Kîn olan kalbde dîn olmaz. Bir defa evvel-i emirde kalbden kîni atacaksın. Affedeceksin, afüv sâhibi olacaksın.

Sana zulmedeni sen affet, kîni kaldır, düşmanlığı bir tarafa def' et. Bir kalb ya sağlam olur ya çürük olur. Kalb sağlam olursa vücûd da sağlamdır, kalb çürük olursa vücûd da çürükdür. Bir kalbde hem kîn, hem dîn olmaz. Hem muhabbet hem adâvet, ikisi birden oraya girmez. Sen kalbini aşkullah ile ve aşk-ı Resûlullah ile doldur. Vücûdunu sıbgatullah ile boya. Şemme-i Muhammedî'yi duy, başka koku duyma. Bir şeye bakdığın vakit, onun çirkinliğini görme, güzelliğini gör, güzel tarafını gör, çirkinliğini görme.

Günâhkâra düşman olma, günâha düşmân ol!

Hiç kimseyi incitme! Herkese hüsn-i muamelede bulun!

Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Ben yevm-i kıyâmetde iki kişinin hasmıyım" yani düşmanıyım diyor. Birincisi karısına haksız yere eziyet ve cefâ eden erkeklerin, ikincisi de haksız yere gayr-i müslimlere eziyet cefâ edenlerin.

Kimseye fenâlık yapma! Âh alma! Zulmetme! Yarın yevm-i kıyâmetde işi en müşkil olanlar, zulmedenlerdir. Yevm-i kıyâmetde ellerini ısıranlar, zâlimlerdir. Yevm-i kıyâmetde saçını sakalını yolanlar, zâlimlerdir. Onların yardımcıları yokdur. Zâlimler, havz-ı nebîye vardıkları vakit, peygamber onlara su verecek fakat melekler "Yâ Resûlallah onlara su verme onlar zâlimdir " diyecek, zâlimler o havzdan mahrûm olacaklar. Sakın ha! Hâkim olsan, düşmanın dahî karşına gelse, adl ile hükmeyle, hissiyatına kapılma sakın ha! İnsan ol!

İnsanlara hayırhâh ol. Bütün mahlûkâta merhametli bulun. Ağaçların dahi dalını kesme, koparma. Çiçeği bile koparma yerinden. Sula, yetiştir, karşıdan seyret çiçeği, koparma çiçeği yerinden. O güzelliği sen veremezsin ona. Koparma onu. O, dalındayken güzeldir, senin elinde kirleniyor o. Hattâ ikinci sefer koparmaya gitdiğin vakit, senden kaçıyor, sen görmüyorsun, kendini topluyor böyle, senden kaçıyor. Senden kaçıyor, koparacak beni yine diye. Hissiyâtı var. Çünkü O da Allah'ı zikreder, Allah'ı zikretmeyen hiç bir şey yok kâinâtda. Taşlar, ağaçlar, hayvanlar, insanlar, melekler, her şey her şey Allah'ı zikretmekde. Asıl mahâret nedir? Bunu duymakda ama biz bunu duyamayız, duyanlar duyuyorlar, görenler görüyorlar. Hakk ağız, Allah der. Hakk göz Hakk'ı görür, Hakk kulak Hakk'ı dinler.

Sığamıyor dünyâya! Bizimki sığamıyor, ben sığamıyorum dünyâya. İki arşın yere sığacaksın! Elbiselerini beğenmiyorsun, iki arşın kefene saracaklar. Vücûdunu haramla filan besliyorsun, kurtlar yiyecek. Gel Allah yoluna sarf et bunu sen. Vücûdunu irileşdirdin, benim gibi yağlandırdın. Allah yoluna sarf et. İbâdet ve tâatda. O da bir ameldir, amel de yükdür adama ama ziyânı yok. Tatlı yükdür o. Hakk yoluna harca. Hakk yoluna ver. Elini, dilini, gözünü, kulağını, her şeyini Hakk yoluna ver, oraya fedâ et. Zâyi etmeyeceksin, ziyan etmeyeceksin. Hakk'dan gayrı nereye sarf ediyorsan zarar edeceksin. Zarar ediyorsun, gidiyor.

Mazlumun bedduâsından sakın!

Kötülüğe kötülükle karşılık verme, af ve kerem sâhibi ol!

Mü'minler arasındaki münâkaşalar, münâzaralar, mücâdeleler bâhusus ilmî mübâheseler hakîkatin izhârı için olmalıdır. Muhâtabı mağlûb etmek veya rezîl etmek için yapılan münâkaşalar, münâzaralar ve mücâdeleler harâm olur.

Sakın kimsenin kalbini kırma! Bilemezsin belki de albini kırdığın zât Allah'ın dostudur.

Emrin altında bulunanları, işyerinde çalışanları sakın ibâdetden, câmiden, Cumâ'dan men' etme!

Kimseden birşey isteme! Senden isteyeni de sakın boş çevirme!

Kullardan İsteme, Allah'dan İste!

Himmetini yüksek tut!

Bütün insâniyyete hâdim olacaksın. Düşmanlık, kin, filan bunlar burada olmaz, hudud boyunda düşmana karşı olur. Burada herkesin hak ve hukûkunu yerine getir, muhabbetle hizmet et.

Dürüst ol! Özün sözün doğru olsun! Sana "üsvetü'l-hasene" olan  Hazret-i Muhammed gelmiş, sallallahu aleyhi vesellem, Allah'ın sevgilisi, O'nun ahlâkıyla ahlâklan. Elinden, dilinden ve sâir a'zâ ve cevârihinden kimseye bir fenâlık gelmesin, iyilik gelsin. İyilik yapamazsan, hiç olmazsa kötülük yapma! İyilik yapamıyorsan, hiç olmazsa kötülük yapma!

Bir iyilik yaptığında karşılığında iyilik bekleme, teşekkür de bekleme. İyilik yaptığın kişiden kötülük de gelebilir, bunu da göze almalısın.

Kötülüğe karşı kötülük yapma! Sana fenâlık yapanı affet hattâ ona ikrâm et!

Dünyâyı iyi bilirsen aldanmazsın, âhireti iyi bilirsen aldatmazsın.

Fetvâ tarafını değil takvâ tarafını tut!

Dâimâ azîmet tarafını tut!

Hakk yolunda yürümek kolay iş değildir. Bu yolda başa gelen türlü türlü belâlara sabr edebilmek her kişinin işi değil, er kişinin işidir. Ayağına diken batsa, dokuz tâne doktora gidiyorsun. Dikenin Allah'dan geldiğini bilip sabretsene!

Eğer "Allah'dan korkuyor musun?" diye sorarlarsa, sus, sükût et, sakın bir cevap verme. "Korkuyorum" da deme "korkmuyorum" da deme. Çünkü "korkmuyorum" dersen dînden çıkarsın, "korkuyorum" dersen yalan söylemiş olursun.

Kendine yapılanı affet fakat dînine, îmânına, mukaddesâtına yapılanı aslâ affetme!

Her ölüye rahmet dilenmez! Herkese Fâtiha okunmaz!

Câmide siyâset yapılmaz! Vaaz ve hutbelerde her türlü garazdan, ihtirasdan, şahsiyyâtdan ve hele hele siyâsiyyâtdan söz etmek aslâ câiz değildir! Minber, mihrâb ve kürsüler bu gibi konuların konuşulacağı yerler değildir.

Ceddin gibi azîz olmak istiyorsan hem ilim hem ahlâk sâhibi ol!

Hem dünyâyı öğren hem dînini.

İnfak hakkında bir hadîs-i şerîf 

Fukarâyı ara, bul ve onlara gizlice yardım et!

İsteyeni de reddetmemek lâzımdır ama asıl makbûl olan, istemeye hayâ eden fukarâyı arayıp bulmak ve onlara yardım etmekdir.

Fukarâya, kendine lâyık gördüğünü ver, çünkü insan sevdiğini vermedikçe sevdiğine nâil olamaz...

Hakk'ın sana verdiği rızkdan, fakîrlere yedir ve içir. Kapına geleni aslâ boş çevirme! Eğer kapına gelene gönül rızâsı ile vermezsen, bir zâlim senden zor ile alır! Kapına gelenin rızkı senin üzerine yazılmışsa, sen de onu kapından mahrûm gönderirsen , Allah seni onun ayağına gönderir, o rızkı ona ayağınla götürürsün!

İffetiniz ve nâmûsunuzla çalışınız ve yoksullara yardım ediniz. Allah'ın en sevdiği kullar, helâlından kazanıp helâlıyla infâk edenlerdir yani cömertlerdir.

Mahallenizde bulunan fukarâyı, zuafâyı, yetîmleri, dulları, fukarâ-yı müslimînden kim varsa, onlara rahmet elini uzatınız. Yevm-i kıyâmetde, Sofra-yı Muhammed'den hissedâr olmak isteyen, açı doyursun. Kıyâmet gününde Hazret-i Hayder-i Kerrâr elinden Âb-ı Kevser'den içmek isteyen, susuza su versin. Yevm-i kıyâmetde çıplak kalmak istemeyen, enbiyâ âilesi ve efrâdı gibi giyinmek isteyenler, çıplağı giydirsinler. Merhametde bulun ki merhamet olunasın. "Men lâ yerham lâ yurham". Yani merhamet etmeyene merhamet olunmadı, merhamet edene merhamet olundu. 

Mutlakâ Allah rızâsına tâlib olunuz. Allah bahâ Allahı değildir bahâne Allahıdır. Yapacağın ufak bir yardım, seni bütün günahlarından temizler, şekâvetini tebdîl eder, seni saîd eder. Ufak bir şey.

Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretlerinin rızâsını almak isteyenler! Allah bahâ Allahı değildir, bahâne Allahıdır. Allah kullarını affetmek için bahâne arar, bahâ aramaz.

Kapına gelen fakîri zinhar boş çevirme! Dâimâ insanlara iyilik eyle! İyilikte cins gözetme! Kâfir dahî olsa, ikrâm ve ihsân eyle! Yaptığının mükâfâtını dünyâ ve âhiretde bulursun.

Kapına gelen fakîri, kâfir bile olsa, Allah bir hikmete binâen göndermiştir. Cenâb-ı Hak, kendisine şirk koşan kâfirlerin ve müşriklerin dahî rızkını kesmemektedir. Ona yapacağın iyilik, senin insanlığını ve dîninin yüceliğini isbâta kâfîdir. Bir mü'minin hânesine iki misâfir gelse, bu iki misâfirden biri gayrimüslim olsa; önce gayrimüslime ikrâm etmek lâzımdır. Zîrâ mü'min olan senin dîn kardeşin olduğu için, hâne sâhibi gibidir. Yapacağın bu ikrâm ile o gayrimüslimin kalbinde islâm dînine karşı bir meyle sebeb olursun...

Sadakâtı fazla veriniz, zekâtlarınızı dağıtınız ve fukarâya bakınız, cenneti satın alınız. Açları doyurun, çıplakları giydirin, yetîmlere, yoksullara ve hayır cemiyetlerine yardım ediniz, kimsesizlerin elinden tutunuz, ağlayanların gözyaşını siliniz. Cebine koyduğun, sakladığın parayı Allah yevm-i kıyâmetde yılan yapacak, mahşerde senin peşinden kovalayacak, "Ne kaçıyorsun benden, dünyâda iken kimse görmesin diye beni saklardın, ben senin sakladığın kıymetli malınım" diyecek. "Efendi, nasıl şey bu? Öyle şey olur mu, bu senin söylediğin saçma" diyorsan eğer, görmüyor musun senin belindeki tohumun bile yılan oluveriyor, oğlun yılan çıkıyor. Allah dilediği vakit senin tohumunu da yılan yapar, kendi oğluna, kendi evlâdına seni sokturur. Allah suyu ateş, ateşi su yapar. Allah kumu un, unu kum yapar. Allah meniden insan halkeder. Öldürür, diriltir. Hem de her an.

Bazen soruyorlar, "Çingeneye sadaka verilir mi?" diye. Niye verilmesin? Çingene Allah'ın kulu değil mi? Sadakât herkese verilir. Dinsize de sadaka verilir, yalnız zekât verilmez. Zekât mü'minin diğer mü'minin cebindeki hakkıdır. Görmüyor musun Allah Kur`ân'da Ehl-i Beyt'i nasıl medh ediyor, "ve yut'imûne't-ta'âma 'alâ hubbihî miskînen ve yetîmen ve esîrâ" buyuruyor. Esîr kimdir? Hıristiyan yâhud dinsiz bir kimse. Onlara da sadaka veriyorlardı, yediriyorlardı onlara da.

Fukarâ-yı müslimîne yardım edin. Evvelâ hısım akrâbanıza ve komşularınıza. Herkes kapısının önünü temizlerse, şehir temizlenir.

Kaç tâne ağlayanın gözyaşını sildin, kaç tâne? Soruyorum sana! Kaç tâne ağlayanın gözyaşını sildin, kaç tâne yetîmi giydirdin? Kaç tâne ağlayanı güldürdün? Kaç tâne açı doyurdun? Açı doyuranlar, yetîmi giydirenler yevm-i kıyâmetde çıplak kalmazlar, onlar arşın gölgesinde gölgelenir ve libâs-ı cennet ile ilbâs olunurlar.

Fukarâya yardımı gizlice yap, sakın başına da kakma!

Tefekkür et, bugüne kadar Allah için ne yaptın? Soruyorum. Allah için yaptıklarını düşün bakayım, Allah için ne yaptın? Nefsin için çok şeyler yaptın. Nefsin için kat kat elbiseler giydin, Allah için bir çıplağı giydirdin mi? Nefsinin arzularını yerine getirmek için güzel yemekler, tatlılar yedin, Allah rızâsı için bir fukarâyı doyurdun mu, yedirdin mi? Düşün bakayım. Allah'ın en sevdiği kullar kimlerdir bilir misin? Cömertlerdir, yedirenlerdir, verenlerdir, giydirenlerdir. Kıyâmet gününde herkesin çıplak olduğu vakitde, Allah çıplağı giydirenleri giydirecek, onları çıplak bırakmayacakdır.

Yetîmi okşa zîrâ yetîmi okşamak Hazret-i Fahr-i Risâlet'i okşamak gibidir. Çünkü Resûl-i Ekrem de yetîmdir. Sakın malına mülküne güvenme, Allah rûhunu kabzeder, sevgili evlâdların hemen yetîm kalıverir. Bu işler bir anda oluverir.

Yetîmin gözyaşını sil,  yoksula elini uzat. Yoksul dâimâ fukarâ değildi, onun da ceddi zengindi sonra fakîr oldu. Zenginler fakîr, fakîrler zengin olur. Hastalar sıhhatlenir, sıhhatliler hasta olur. Bir minvâl üzere kalan yalnız Hazret-i Allah'dır, celle celâluhû. Düşün bunları! Sana Allah göz vermiş, ibretsiz göz, senin başının üzerinde düşmânındır. Fa'tebirû yâ ulu'l-ebsâr.

"Ben cennet istemem, bana Allah gerek" diyen yalancı âşıklar, gecekondu için îmânını satar. "Bana hûrî-gılmân gerekmez" diyen mürâî, âkıbeti çirkin olacak bir kadın için dînini değiştirir. Hazret-i Yûnus Emre'den birkaç beyt ezberleyip kendini Yûnus sanan zavallı! İşte sen bu haldesin. Bırak bu kafayı da hakkı ile âşık ol ki sözün hakîkat olsun!

İslâmın temeli olan namaz, oruç, hac ve zekâtı yüzlerce kusûr ile edâ eden kişinin, hemen kendini Allah’a âşık sanıp, Allah’ın emrini dinlemediği ve onun sevgili peygamberini incittiği halde, velîlikden söz etmeye hakkı olmaz. Öyle yalancılığı bırak! Bu ömrünü ganîmet bilip hemen Allah’a kulluk edegör!

Cömert ol, tamahkârlığı terk eyle. Cömertlik Allah'ın bir yüce sıfatıdır ki, bu sıfata bürünen Hakk'ın sonsuz nimetine mazhar olur. Hele cömertlik mübârek Ramazan ayında yapılacak olursa, ecirlerin kat kat olacağını Fahr-i Risâlet Efendimiz hadîs-i şerîflerinde beyân buyurdular. Ramazandan hâriç zamanda, bir iyiliğe on sevap verilir. Bu iyilik mübârek aylarda olursa (Receb, Şaban, Zilhicce ve Muharrem gibi) bir iyiliğe yetmiş sevap verilir. Ramazanda ise bir haseneye yüz sevap ihsân olunur. Allah dilerse kat kat ecirler verir. O Ganî'dir. O Kerîm'dir. Böylece va'deylemiştir. Cömert ol. Allah yoluna yalnız malını değil, her şeyini fedâ eyle. Sevdiğini vermeyen sevdiğine nâil olamaz!

Tamahkâr insanların çayını ve kahvesini katiyyen içmeyin, ekmeğini ve yemeğini aslâ yemeyin! Böyle kişilerin ekmeğini yemek, çayını içmek insana derd getirir, hasta olursunuz. Bunlara çayı ve kahveyi, ekmeği ve yemeği siz ısmarlayın.

Yediğinden içtiğinden tattırmamak onulmaz derdelere sebeb olur.

İffetiniz ve nâmûsunuzla çalışınız ve yoksullara yardım ediniz. Allah'ın en sevdiği kullar, helâlından kazanıp helâlıyla infâk edenlerdir yani cömertlerdir.

Cömert ol ama sakın müsrif olma!

Domuza bile merhamet et!

Câhillerden kork! Müslüman da olsa câhilden hep zarar gelir. 

Fezkurûnî ezkurkum veşkurû lî velâ tekfurûn... 

Balık gibi olma sakın ha! Balık deryâda bulunur ama deryâdan haberi yokdur!

Allah'ın nimetleri içinde yüzüyorsun ama farkında değilsin.

Ni'metlere şükür, "Şükür Yâ Rabbi" demekle olmaz! Her ni'metin şükrü, kendi cinsinden olmalıdır.

Şükür sözde kalmamalı, fiilen yapılmalıdır.

İnsan elindeki ni'metin kıymetini bilmezse Allah elinden alır!

Allah insana ekmek verir, yemeye ağız vermez. Ağız verir, dil verir, diş verir, mide vermez, hazmetmez. Mide verir, dışarıya çıkaramaz, derdine çâre arar. Hepsine ayrı ayrı şükretmek lazımdır.

İslâm dîninden halk olunduğumuz için, her gün Allah'a şükret. Bir islâm babanın sulbünden, besmeleyle, bir islâm ananın rahmine düştük. Biz annemizin karnındayken ezân dinledik. Babamızın belindeyken ezân dinledik, Kur`ân dinledik. Elhamdülillah. Bu bir iltimasdır. Bu, bizler için Cenâb-ı Hakk'ın lutf u keremidir. Ya Avusturalya'nın bilmemne kabîlesinde yaradılsaydık. Resûl-i Ekrem'e Allah bizi lâyık gördü. Onun için hâline şükret, islâm olduğuna da duâ eyle. Aman elinden islâm nimeti kaçmasın! O öyle bir tâcdır ki, Allah onu lâyık olan kişinin başına koyar.

Mü'min, Allah'ın esmâlarından bir esmâdır, yüce bir esmâ, güzel bir isimdir. Allah, seni ve beni bu isimle isimlendirmişdir. Bu âleme huy düzeltmeye geldik. Ezelî, geldiğimiz âleme tertemiz gitmemiz lâzım geliyor. Bize mü'min ismi verildiğine göre, bizim de bu isme lâyık olmamız lâzım gelir.

Allah'ın bize en büyük nimeti, bize îmân tâcını vermiş, başımıza giydirmiş. Lâyık olmayanların başından tâcı çıkarır, yerine küfür alâmetini koyar. Manevîden bahsetdim, maneviyattadan yani. Onun için gecede ve gündüzde, akşamda ve sabahda dâimâ Cenâb-ı Hakk'a şükret. "Yâ Rabbi beni kulun olarak halk etdin, bana kendini tanıtdın yâ Rabbi". Bak! Bak! Allah, Allah ile bilinir. Hakk bildirmeyince kul bilemez Allah'ı. "Yâ Rabbi sen bana bildirdin varlığını, birliğini. Beni bu i'tikâddan, bu îmânnda ayırma diyeceksin" Çünkü mü'minsin.

Allah yolunda yürümek kolay iş değildir. Bu yolda başa gelen türlü türlü belâlara sabredebilmek her kişinin işi değildir, er kişinin işidir. Ayağına küçücük bir diken batsa, dokuz tâne doktora gidiyorsun. Dikenin Allah'dan geldiğini bilip sabretsene!

Yûsuf kıssasında büyüüük büyük ibretler vardır çok, ahsenü'l-kasasdır, büyük ibretler vardır. Eğer kardeşleri Yûsuf'a hased etmeselerdi, onu kuyuya atmasalardı, kervan gelip Yûsuf'u kuyudan alıp, getirip Mısır'da satmaz, satılmayınca da Mısır'a sultân olmazdı. Birbirine bağlı her şey. Onun için başına bir iş geldiği vakitde hemen üzülme. Onun altında bir hayır vardır. Onun için Cenâb-ı Allah ne diyor, "asâ en tekrehû şey'en ve hüve hayrün leküm, ve asâ en tuhibbû şey'en ve hüve şerrün leküm, vallahu ya'lemü ve entüm lâ ta'lemûn". Sizin şer gördüğünüz sizin hakkınızda hayırlıdır, sizin hayır gördüğünüz sizin hakkınızda şer olabilir. Çocuğu olmuyordu, çocuğu oldu, bayram yapıyor, hayır gördü. Sonra o çocuk onu ne yapdı, döve döve öldürdü, veya babasına iftirâ etdi. Yani başına belâ oldu. Daimâ Cenâb-ı Hakk'dan hayırlısını iste ve başına gelen musîbetlere mütehammil ol, sabreyle. Çünkü altından bakalım ne çıkacak. Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler.

Allah'a muhtâc olduğun kadar ibâdet et, ateşe dayanabileceğin kadar günâh işle!

"Ben peygamberimi severim" dersin, hiçbir sünnetine riâyet etmezsin!

Peygamberimiz, sallallahu aleyhi vesellem, "Bir zaman gelir, benim bir sünnetimi ihyâ edene, yüz şehid sevâbı verilir" diyor. Sünnetin küçüğü büyüğü olmaz. Hepsi mukaddesdir.

Îmân bir nûr, taraf-ı ilâhîden bir tâc o. Yat kalk Allah şükret, mü'min olduğun için, Muhammedî olduğun için. Hiç bir zaman bunun şükrünü îfâ edemezsin. Cennet sana vaad olunmuş, cemâl sana vaad olunmuşdur yâhu. Bunu nasıl bırakıp da atıyorsun geriye de nefs-i emmârene tâbi oluyorsun. Allah'a kulluk yapmayan nefs-i emmâresine kulluk yapmış olur. Gel sen Allah'a kulluk yap, daha hayırlı senin için. Nefislerine uyanlar Züleyhâ gibi helâk oldular. Züleyhâ sultânken berbad oldu. Yûsuf Peygamber köle iken nefsine hâkim oldu, Mısır'a sultân oldu.

Nefsine kul olmaktan kurtul, Allah'a kul ol! Allah'a kul olanlar iki cihâna sultân olurlar.

Kur'ân-ı azîmi kendine düstûr et, Hazret-i Muhammed'in elini tut! O mübârek eli tutan, Hakk'ı tutmuş demektir. O ele bi'at eden, Allah'a bi'at etmiş demektir.

Ağız tadlarını bozan ölüm gelmeden, âhiretde azâb ve ikâb görmeden, nâr-ı cehennemi görmeden, dünyâ hayâtında iken, nâr-ı aşk-ı ilâhî ile cismini yak, nefsinin her istediğini verme, nefsinle mücâdele ve mücâhede et, ibâdet ve tâ'atde dâim ol, belâ ve musîbetlere râzı ol ve rızâ-yı ilâhîye eriş, vesselâm.

Âl-i Muhammed'e yani Peygamber Efendimizin sülâlesinden gelen seyyidlere ve şerîflere son derece hürmetkâr ol!

Eyüp Sultan'ı sık sık ziyâret et zîrâ O'nu ziyâret etmek Resûlullah'ı ziyâret etmek gibidir.

"Kimin işi ters giderse Bayezid Camiini süpürsün, muhakkak işleri açılır" buyurdular.

Meczûb olma, câzib ol!

İbretsiz göz insanın başında düşmanı gibidir. İbret almıyorsan düşmanını başında taşıyorsun demektir!

Dışını şerî'atle tathîr ettiğin gibi içini de ma'rifetle tathîr ve tezyîn et!

Göz zinâsı vardır, kulak zinâsı vardır, el zinâsı vardır, ağız zinâsı vardır, etek zinâsı vardır. Göz zinâsı etek zinâsından eşeddir, daha şiddetlidir. Etek zinâsında hemen tatmîn olursun ama göz bakmaya doymaz. Onun için gözüne sâhib ol, gözünün kapağı var. Ya da gözünü tathîr et, Hakk'ı gör! Hakk'ı görürsen Allah'dan gayrı birşey göremezsin!

Untitled

Az ye temiz ye.

Az yemek lâzım. Yüz gram yersen o seni taşır, yarım kilo yersen sen onu taşırsın.

Az ye az uyu.

Acıkmadan oturmayacaksın sofraya, doymadan kalkacaksın. Acıkmadan yemeyeceksin. Sünnet-i Resûl, sallallahu aleyhi vesellem. Acıkmadan sofraya oturmaycaksın, doymadan kalkacaksın. Çok uyumayacaksın. Normal uyku, beş saat, beş buçuk, altı saat. Altı saatden ziyâde yok. Çocuklara sekiz saat, ufak çocuklara. Büyükler, altı saatde kalkması lâzım. Fazla yok. Sonra uykun gelirse biraz yatarsın gene, yarım saat filan, kalkarsın. İnsan uykuyla hasta olur.

Mü'minler günde iki defa yemek yerler. Ağır işçiler müstesnâ. Üç defa yiyen, makbûl değildir. İki yemek yiyecek mü'minler. Çok yiyen, çok uyuyan, çok içen, keneflerde dolaşır. Az yiyen, az uyuyan, az içen,  Allah huzûrunda, velîler huzûrunda dolaşır.

Muhakkak iyi su için çünkü birçok hastalığın sebebi kötü su içmektir. Kuru ekmek ye fakat iyi su iç.

Mesud bir evlilik için kadın erkekden daha genç, daha güzel ve iffetli olmalı. Erkek kadından daha zengin, nesebi ve rütbesi daha yüce olmalı.

Yabancı kızlarla evlenmek isteyenlere tavsiyeler.

Çocuğuna haram yedirme! Çocuğunu haramla beslersen hem âsî olacakdır hem de kıyâmet günü en önce senden da'vâcı olacakdır.

Belindeki tohumu helal lokma ile hazırla.

Sakın çocuğuna küfür ta'lîm etme (öğretme), sonra kendi evladın seni döver. Küçükken ettiği küfür senin hoşuna gider ama sonra büyüyünce canını acıtır.

Çocuğunu oynatmamazlık yapma sakın ha! Çocuğunu oynatacaksın! Oynayacak zamanda çocuğu oynat! oynatmazsan, baskı yaparsan, oynanmayacak zamanda oynar sonra.

Küçükken çocuğun ne ile oynadığına bakarak istidadını öğrenmeli ve ona göre meslek sahibi yapmalıdır ki çocuk muvaffak olsun.

 

Çocuğunu başıboş bırakma! Kimlerle arkadaşlık yaptığına, kimlerle düşüp kalktığına çok dikkat et.

Bu âleme ölmeyecek gibi çalışacaksın. Bunun ma'nâsı ne biliyor musun? Sen geçicisin, sen ölsen dahi, senin kavmin, senin milletin, senin dînin kıyâmet gününe kadar dünyâda durması lâzımdır. Bu vatanı bırakdığın vakit arkandan senin çocuğun senin dînini tahkîr etmemelidir, Allah'ı serbest söylemelidir. Öyle evlad yetiştireceksin. "Hiç ölmeyecek gibi çalış" deyince mücerred vücûdunun çalışmasını anlama bu işden. İdealin o olacak, öyle evlad yetiştireceksin ki.

Evladı dünyâya getirmek mes'ele değildir. Evlâdı dünyâya getirdin, ona hakkı hakîkati öğretmedin, Hazret-i Muhammed'in kokusunu duyurmadın, cennet yollarını göstermedin, insâniyyeti bildirmedin, o evlad senin düşmânındır. Onu sen bir âlem-i ulvîden aldın getirdin bu süflî âleme bırakdın. Yarın yevm-i kıyâmetde en birinci da'vâcın, senin karşında hasmın evladın olacakdır. Evladını öyle yetiştireceksin ki, sana hayrü'l-halef yani senin arkandan hayırlı bir insan olsun, senin ismini rahmetle yâd ettirsin.

Çocuğu sevmediği mesleğe vermemeli, hem muvaffak olamaz hem de hayatı zehir olur.

Çocuklarına acı! Onlara temiz bir nâm bırak. Onlara sâdece para bırakmak için uğraşma.

Sakın çocuklarına bedduâ etme! Birisi çocuğundan Abdullah el-Mübârek'e şikâyet etti. Abdullah el-Mübârek buyurdu ki, "Sen çocuğuna bedduâ ettin mi?". Adam, "Ettim" deyince, "Çocuğunu sen kötü yapmışsın" dedi. Evlâdına dâimâ duâ edeceksin.

Çocuğuna aslâ bedduâ etme.

Çocuğuna hem dünyâyı hem âhireti iyi öğret! Çocuğuna hem dünyevî ilimleri hem âhiret ilimlerini tahsîl ettir.

Okulu bırakıp ticarete atılmak isteyen birine "Allah ilmi isteyene mutlaka vereceğini vadediyor, parayı çalışsa bile dilediğime veririm diyor, ya kazanırsın ya kazanamazsın" diyerek ilme teşvîk etmiştir.

Gençlerin mutlaka bir sanat (meslek) öğrenmesi gerektiğini, zor zamanlarda kimseye muhtaç olmamak için behemehal buna dikkat edilmesini tavsiye ederlerdi.

Tahsîl çağındaki gençlere tavsiyeler

Olur olmaz her işittiğinize inanmaymız, şahsî ve siyâsî menfaatleri için sizi âlet edenlere aldanmayınız, şunun bunun telkîn ve propagandalarına kanmayınız. Bugün ilk ve en önemli göreviniz okumak, ilim tahsil etmek, irfân sâhibi olmak, ailenize, milletinize ve memleketinize hayırlı ve yararlı hizmetlerde bulunmaktır. İnşaallah, diplomalarınızı aldıkdan ve hayâta atıldıkdan sonra, politika hayâtına atılmayı düşünürseniz, akıl ve iz'ânınızın, ilim ve irfânınızın göstereceği yönde ve alanda faydalı hizmetlerde bulunabilirsiniz. Ama bugün siyâset çamurlarına bulaşacak olursanız, ne kendinize yararlı olur, ne ailenize, ne de yurdunuza ve milletinize faydası dokunur.

Güzel sanatlara teşvik ederek "İnsan çalışır, yorulur. Dinlenmek için aralarda sanatla uğraşmalı" buyururlardı.

İnsan sevdiği işi yapmalı. Zîrâ insan sevmediği işle meşgul olursa hayatı zehir olur.

Allah her insana hayâtı boyunca birçok fırsatlar bahşeder. Bu fırsatlar tıpkı yağmur gibidir, yağmur yağarken kabını doldurmazsan su akar gider...Her zaman yağmur yağmadığı gibi o fırsatlar da her zaman ele geçmez.

Münbit tarım arazisine fabrika kurulmaz.

Beygirin kuyruğu kalabalıkda kesilmez.

Diz üstü oturmakta zorluk çekenler hamamdan sonra bir müddet diz üstü otururlarsa diz üstü oturmaya alışırlar.

Bu bizim milletin kafasında akıl yok. Kahveye gidiyor, "ver oradan bir koka kola". Süt iç be ahmak herif! Ne işin var senin, bilmem elvan içecekmiş, koka kola içecekmiş filan. Süt var, gâyetle güzel. Sütden hayırlı bir şey yokdur hiç. Hani öyle derler ki, rivâyet ederler, rivâyetdir ama Cenâb-ı Hakk'a demiş ki peygamberin birisi, "Yiyip içseydin, yaratdığın nesnelerden ne yer ne içerdin?". "Balla süt demiş" Cenâb-ı Hakk. Bütün beşerin, bütün mahlûkât-ı ilâhînin mevâddı süt yâhu! İçmiyorlar yâhu. Gidiyor oraya, "Ver oradan bir koka kola". Midesi bozuluyor. İçerisinde ne olduğu malûm değil, ne koydukları. Gazoz niye içiyorsun, süt iç. Süt için. Sünnet-i Resûl'dür hem de. Efendimiz sütü çok severdi, Cenâb-ı Peygamber, sallallahu aleyhi vesellem. Süt için, tavsiye ediyorum, süt için. Meselâ kahveye gitdiniz, süt isteyin kahvecilerden. Gazoz yerine süt isteyin. Süt için. 

Yoğurt şifâ-i külldür.

Bir zamanlar doktorlar çıkardı, "Efendim, sanayağ ye" diyorlar. Katiyyen ağzınıza koymayacaksınız sanayağ. Fukarâ mecbûr yiyecek başka. Tereyağ yiyeceksin. Az olacak tereyağ olacak. Tâzesi olacak yalnız. Bayatı zehirdir tereyağın, tâzesi şifâdır. Avrupa'da üç öğünde de tereyağ verirler. Amerika'da olsun, Avrupa'da olsun, lokantalarda. Bizim burada bazı tatlısu Avrupa lokantaları var, tatlısu, onlar tereyağ koyuyorlar bazen.

Sıvı yağlar. Zeytinyağı. Mısırözü yağı ama tâzesi olacak, bayatı acı olur, zehirler adamı, tâze olması lâzım. Ayçiçek yağı. Bunları kullanmak lâzım, iyi bunlar, fenâ değil. Ama bunların içerisinde en a'lâsı, en güzeli, zeytinyağıdır. Hâlis zeytinyağı, onu kullanacaksınız.

Lokantada yemek yedin mi, miden bozuluyor. Neden? Kızartmada aynı yağı seksen defa kullanıyor. Mahveder adamı o, perîşân eder. 

Çengel sakızı var ya, şimdi satmıyorlar, eskiden çingeneler satarlardı, bizim esmer vatandaşlar, o bir otun kökünden çıkar, onu keserler, onun sütü toplanır, kurur orada, sonra onu yıkarlar, çiğneye çiğneye insanın ağzında hiç dağılmaz. Sert bir sakız, sonra yumuşar gâyetle güzel olur. Çengel sakızı. Şimdi yok unutuldu. Bilmiyorlar.

Damla sakızı da yok şimdi. Var, satıyorlar, uydurma o, damla sakızı değil o, uydurma. Vaktiyle sakız adası bizdeyken Rumlar mastika derlerdi, o vakit biz alırdık, küçükken. Onun içerisine gıcır da koyalar, şişirirler böyle puf diye, pat diye patlatırlar. "Her kadın sakız çiğner ama Fatma Hanım gibi şaklatamaz" derlerdi, darb-ı meseli de var. Damla sakızı, mide rahatsızlıklarına iyidir, mide hastalıklarına, birinci dostudur midenin. İyicene dövülecek, nöbet şekeriyle, dövdükden sonra tülbentden elenir. Sonra sabahleyin aç karnına yemekden yarım saat kadar evvel, ondan bir kaşık, kahve kaşığıyla alınır, suyla.

Yumurtanın küçüğü makbûldür.

Boyundan yukarı kıl koparılmaz.

Konuşduğum sözlerden bir tânesini, iki tânesini iyi belle ve sevgililerini o söze çağır ve onunla âmil ol, ihlâs ile yap, sana kâfî gelir. Çokda değil. Allah baha Allah'ı değildir, bahâne Allah'ıdır. Cenâb-ı Hakk bahâ Allah'ı değil. Bahâ ile Allah'ın rızâsını satınalamazsın, bahâne ile alınır.

SES KAYITLARI