Muzaffer Ozak
Aşki
Mühür
isim
Anasayfa
Hayatı
Mürşidleri
Eserleri
Ses Arşivi
Fotoğraf Arşivi
Video Arşivi
 

Bu bölümde TDV İslam Ansiklopedisindeki "Muzaffer Ozak " maddesindeki biyografilerini bulacaksınız. Adıgeçen madde Tevfik Rüştü Topuzoğlu tarafından yazılmıştır. Fotoğraflar bizim arşivimizdendir.

Tesbihat esnasında...

OZAK, Muzaffer
(1916-1985)
Vâiz, Sahaf, Halvetî-Cerrâhî Şeyhi

İstanbul'da Karagümrük Nureddin Cerrâhî Tekkesi yakınındaki bir evde dünyaya geldi. Doğduğu yıl kazanılan bir zafer dolayısıyla Muzaffer adı verildi. Babası Kayı Türklerinin Kızılkeçeli aşiretinin Cebeci ve Başağaoğulları kollarından gelen Konyalı Hacı Mehmed Efendi, annesi Ozaklar sülalesinden Yanbolu Halvetî (Cerrâhî) Tekkesi Şeyhi Seyyid Hüseyin Efendi'nin torunu Ayşe Hanım'dır. Plevne Medresesinde hoca iken 1878 Balkan bozgunu sonrası ailesiyle birlikte İstanbu'a göç edip sonraki yıllarda huzur dersleri hocalığına yükselen babasını küçük yaşta kaybetti.  Gazi Osman Paşa'nın sancaktarbaşısı  olan iki amcasından biri Plevne'de şehid olmuş, diğerine sancağı Ruslara kaptırmadığı için Paşa ünvanı verilmişti. İki dayısı, on bir ağabeyi 1. Dünya Savaşı'nda, en küçük ağabeyi Murad Reis de Milli Mücadele sırasında şehid olunca Muzaffer Ozak dayılarının yetimi iki küçük kız, kendi kız kardeşi ve annesinden oluşan fakir ve kimsesiz bir ailenin beş-altı yaşlarındaki tek erkek ferdi olarak kaldı.

İlk tahsilini babasının medrese arkadaşı Abdurrahman Sâmî Saruhânî'nin himayesinde yapan Muzaffer Ozak henüz on sekiz  yaşındayken şeyhini ve hocasını kaybetti. Yeni bir mürşid aramaya başladığı dönemde Fatih Camii başimamı Mehmed Rasim Efendi'den Kur'ân-ı Kerîm ve tecvid, Gümülcineli Açıkbaş Mustafa Efendi'den Arapça dersleri aldı. Nevşehirli Hacı Hayrullah, Âtıf Hoca, Dersiam Arnavut Hüsrev, Osman Şakir ve Sarıyer Müftüsü Hüseyin Hüsnü Efendi'lerin tefsir, hadis ve fıkıh derslerine, Abdülhakim Arvâsî ve Şefîk Efendi gibi şeyhlerin  sohbetlerine devam etti. Reisülhattatin Kâmil (Akdik), Nûri (Korman) ve İsmail Hakkı (Altunbezer) beylerin Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki hat ve tezyinat derslerine dinleyici olarak katıldı. Ali Yazıcı, Soğanağa ve Karagümrük Kefeli camilerinde müezzinlik yaptı. Kefeli Camii imamı Şâkir Efendi'den kitapçılık sanatını öğrendi. Daha sonra Beyazıt Camii'ne müezzin olarak tayin edildi. Bu sırada Sahaflar Çarşısı'nda bir dükkan açıp müezzinliğin yanında sahaflık yapmaya başladı. Müezzinliği sırasında sesini ve okuyuş tarzını beğenen Zekâî Dede'nin oğlu Hâfız Ahmed'in (Irsoy) öğrencisi Hâfız İsmail Hakkı'dan dînî musıkî meşketti. Bu yıllarda hocasının yakın akrabası olan bir öğretmen hanım ile evlendi. Resmen görevli olduğu Vezneciler Camcı Ali Camii yıkılınca Kapalı Çarşı Camii'nde görevlendirildi. Daha sonra çarşı civarındaki "Camili Han" diye bilinen mescidin onarımına vesile olup burada vefatına kadar vaaz verdi, hutbe okudu, cuma namazı kıldırdı. Yirmi yılı aşkın bir süre Süleymaniye Camii'nden ramazan aylarında fahrî imamlık yaptı.

Sahaflar Çarşısındaki Meşhûr Dükkânında


Vezneciler Camii'nde imamlık yaptığı sırada "ikinci mürşidim" dediği Halvetî-Şabânî şeyhi Maraşlı Ahmed Tâhir Efendi'ye intisap etti. Ondan Muhyiddin İbnü'l  Arabî'nin el-Futuhâtü'l Mekkiyye ve Fusûsü'l Hikem'ini okudu. Yedi yıl boyunca her gün dükkanına gelip karşılaştığı müşkülleri cevaplandıran Ahmed Tâhir Efendi'den tasavvufun bütün inceliklerini öğrendi. Maraşlı'nın vefatından (1954) sonra Kâdirîhâne'ye ve Kasımpaşa Aynî Ali Baba Rıfâî Tekkesi'ne devam ettiği dönemde kendisine Kâdiriyye tarîkatından hilâfet verilmek istendi. Fakat kendisi istihâresinde gördüğü ve çocukken Arapça hocası Açıkbaş Mustafa Efendi'nin Fatih Camii'nde elini öptürüp başarısı için kendisinden dua niyaz ettiği Halvetî-Cerrâhî şeyhi Fahreddin Efendi'ye (Erenden) intisap etti. 1965 yılında halîfe tayin edilen Ozak şeyhinin vefatı (1966) üzerine Nûreddîn Cerrâhî Tekkesi'nin on dokuzuncu türbedârı ve postnişîni sıfatıyla irşad görevine başladı. Muzaffer Ozak vâiz olarak görev yaptığı, aralarında Sultan Ahmed, Beyazıt, Fâtih, Eyüp, Süleymaniye gibi selatîn camilerinin de bulunduğu toplam kırk iki camide, kahvehânelerde, Karagümrük'teki Nûreddîn Cerrâhî Tekkesi'nde ve özellikle kendine has bir ilim ve irfan merkezi, bir sohbet meclisi niteliği taşıyan sahaf dükkanında her seviyeden insana İslamiyet'i öğretmeye, sevdirmeye ve dini yaşamalarını sağlamaya çalıştı.

Hoşsohbet ve fevkalade nüktedan, anlaşılmaları zor dînî meseleleri kolayca özetleyip îzâh etme, konuları ibret alınacak hikayelerle veciz bir şekilde anlatma ve öğretme yeteneğine sahip bir halk vâizi olan Muzaffer Ozak'ın vaaz ve hutbeleri, konuları ele alış ve sunuş tarzı yabancıların dikkat ve ilgisini çekti. Kudüs, Bağdat, Şam ve Kahire gibi şehirlerde yaptığı tasavvuf sohbetlerini Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, İngiltere, Hollanda, Belçika ve Fransa'da da yapması ve tarîkat âyinlerinden örnekler sergilemesi için kültür-sanat festivalleri düzenleyen resmî ve özel kuruluşlardan davetler aldı. 1970'li yılların sonlarından itibaren müridleriyle birlikte bu davetlere katıldı. Bu ülkelerde yaptığı tasavvuf sohbetlerinin dinleyiciler üzerinde bıraktığı tesir kendi yurttaşları üzerindeki tesir kadar müsbet oldu. Bunda heybetli ve etkileyici bir görünüşe sahip olmasının yanında İslamiyet'e ilgi duyan, herkese aşk ile hizmeti görev bilen bir âşık olmasının büyük payı vardır. Nitekim kendisi Yunus Emre tarzında yazdığı şiirlerinde kullandığı "Aşkî" mahlası ile bunu ifâde etmek istemiştir.

Muzaffer Ozak, Avrupa ve Amerika seyahatleri sırasında Allah katındaki tek dînin İslam olduğu âyetini özellikle vurgulamış, bu ifadeye açıklık getirmek üzere bütün peygamberlerin tek ilâha inanma sistemi olan İslâm'ı tebliğ ettiklerini ancak Hıristiyan ve Yahudilerin bu birliği kavrayamayıp tarih boyunca peygamberlerin hatta azizlerin adlarına göre dinler ürettiklerini, gereksiz yere bunu bir rekabet ve çekişme konusu yaparak durmadan savaştıklarını, halbuki Kur'ân-ı Kerîm'de peygamberler arasında ayrım yapılmaması gerektiğinin ifade edildiğini belirtmiş, böyle ayrım yapan bir müslümanın dinden çıkmış sayılacağına dikkat çekmiştir. Hümanizm adı altında her dinden bir şeyler alıp birleştirerek bir dünya nizamı veya dini kurmaya çalışmanın yersiz olduğunu, ayrıca insan yapımı uydurma bir din olması dolayısıyla bütün dünya ve ahiret için tehlikeli bir iş olacağını her fırsatta tekrarlamıştır. Katı ve eskimiş saydıkları bazı hükümleri eleştirerek İslâm'ı küçük düşürmek isteyen Hıristiyan ve Yahudi cemaati mensuplarına kendi dinlerinden örneklerle cevap vermiş, diğer semâvî dinlere yabancı olmadığını ve konuya tek taraflı bakmadığını ortaya koymuştur. Muzaffer Ozak, Nûreddîn Cerrâhî Tekkesi'nde on dokuz yıl irşad faaliyetinde bulunduktan sonra 13 Şubat 1985 tarihinde vefat etti ve tekkenin türbe kısmına defnedildi.